Zuhal'in Müzesi

31 Aralık 2010 Cuma

kuyruklu bere




Bu bereyi kuzenimin oğlu için annem yapmış.

Aslında bir geri dönüşüm projesi.

Çünkü bere yıllar  önce kuyruklu bir model olarak ablama örülmüştü. Aradan geçen yıllarda ne yapmadık?

Tabi ki atmadık, sakladık:))

Bere de kalmış işte nasıl olmuşsa:)) Minik Ege'nin de her sene taktığı ilginç kışlık berelere böylece bir yenisi daha eklenmiş.

Dümdüz siyah ipten örülen bereye annem tarafında tığla araba motifi örülerek üç kenarına dikilmiş.

Kuyruk kısmına ise yine Ege'nin en sevdiği arabalarından biri olan ambulansın modelini çıkararak örmüş annem.
Dümdüz siyah bere Ege için de artık çok keyifli...

Yeni bir fikir arayanlara...

3 Aralık 2010 Cuma

Sulanmayan Saksı



Bilim dergisi Popular Science editörleri her yıl seçtikleri gibi 2010 yılının da en iyi icatlarını seçti.

Benim en çok ilgimi çeken bu saksı oldu doğrusu. Tam da benim gibi çiçek sevip ama onlarla ilgilenemeyerek solduran ve sonrasında da büyük pişmanlık duyanlar için. Biliyorum ki birçok kadın bu sebebten evinde çiçek bakmıyor.

Tembel işi yani bu icat o yüzden sevdim, ben de yalan yok:))

Zambakların gece yarısı çiğleri yapraklarında topladığını keşfeden Hollandalı bilim adamı Peter Hoff tarafından icat edilen sulanmayan saksı tam 7 yılda ve 7.1milyon dolara geliştirilmiş.

Çalışma prensibi şöyle; saksının farklı tasarıma sahip üst yüzeyi suyu yoğunlaştırarak topluyor. Bu şekilde içinde bulunan bitkiler de sulama gerekmeden hayatta kalıyor.

2 Aralık 2010 Perşembe

Safranın Faydaları



Bayramda yaptığım Safranbolu turundan sonra safranın faydalarından bahsetmesem olmazdı. Ben de azıcık bahsedeyim o zaman.:)) Safranbolu'da safran 1 gr. olarak satılıyor. 1 gramı 10 TL. Söylediklerine göre 1 gr. safran  1 ton suyu renklendirebiliyor.

Safran koyu portakal rengi, iplik görünümünde, lezzetli ve keskin kokulu bir baharat olup latince adı crocus sativus'dur.

Çiğdem çiçeği denilen bu bitki  İtalya’dan, Hindistan’a Akdeniz- Ortadoğu arasındaki bölgede yetişir.

Sağlık için pek çok faydası bulunmaktadır;

Sindirim sistemini uyararak, hazmı kolaylaştırır, kolik ağrılarını rahatlatır, mide asit ve gazlarını giderir.

Ateşi düşürür ve öksürüğü keser. Bu özelliği ile özellikle astım ve bronşitte faydalıdır.

Diş etlerini kuvvetlendirir ve diş eti ağrılarını azaltır.

Kadınların adet sancı ve düzensizliklerinde olulu etkileri vardır.

Safran rahmi uyarabilir. Bu nedenle hamile kadınlar kesinlikle safran kullanmamalıdır.

Sinirleri yatıştırıcı etkisi bulunmaktadır.

Çil, kaşıntı, sivilce ve alaca gibi hastalıklar için yüze ve hastalık olan diğer yerlere sürülerek kulla­nıldığı gibi, içilmesi dahi aynı hastalıklar için fay­dalıdır.


Bunların yanısıra safran, kabızlık yapıcı özelliğe sahiptir. Yüzü güzelleştirmek için cilde sürülerek kulla­nılır.
Damıtılmış yağından bir dirhem (3.2 gram) ka­dar içildiği zaman alaca hastalığına karşı faydalıdır. Üzerine sürülmesi de aynı etkiyi gösterir.

Mutfakta etlerde,safranlı pilav ve dolma içlerinin hazırlanmasında ve ekmeklerde kullanılır.Yurdumuzda özellikle zerde yapımında yararlanılmaktadır.

Safranın etkisini koruyabilmesi için serin hava almayacak şekilde kapalı bir kapta ve ışıksız bir ortamda saklanması gerekir. Gerekirse dondurularak saklanabilir. Doğru koşullarda saklanan safran 2 yıla kadar kullanılabilir.

30 Kasım 2010 Salı

Safranbolu Hatırası


Bu kurban bayramında tabiki yine Zonguldaktaydık. Bu defa küçük değişiklik yaparak Safranbolu gezisi yaptık. Çok keyifli bir yer Safranbolu. Her gittiğimde ilk defa görüyormuş  gibi keyif alıyorum.

Safranbolu Unesco'nun kültür mirası listesinde  de yer alıyor. Eski evleri ve kanyonu görmeye, lokumları da yemeye değer.

Özellikle demirci ustalarının olduğu sokak ayrı bir keyifli.


Benim ve hatta bizim ailenin kadınları gibi kumaşlara, örtülere meraklıysanız taş baskı örtüler tam size göre. Fiyat aralıkları çeşitli.


Safranlı sabunlar, kolonyalar, lokumlar...Mevcut hediyelik her ürünün safranlısı mevcut.

Hediyelik el havluları...Fiyatları 1 tl'den başlıyor.

Safranbolu evi modelli magnetler...

En sevdiğimiz örtü ve baskı-desen buydu...


Meşhur Cinci Han...


En çok zaman geçirdiğim bakırcı ve demircilerin tezgahları, dükkanları...







Kanyon...








Not:Yine giderim :))

29 Kasım 2010 Pazartesi

banyo seti süsleme

İstanbul'da yalnız yaşayan restoratör arkadaşım Aygül'ün mesleğini cümle içinde kullandıktan sonra ne kadar maharetli olabileceğini anlatmama gerek yok. Kendisi bugüne bügün hiç terzilik bilmeden abiye dikmiş bir bayan. Büyük bir sabırla herşeyi daha da güzelleştirmeye çalışan kişiliği sayesinde ortaya bu banyo seti çıkmış. Evindeki sıradan bir banyo aynasını ve çerçevesini kendir ipiyle süslemiş. Eeee hiçbirşey sıradan kalmamalı, mutlaka kendimizden bir iz taşımalı. :))

Aygülcüm için  bu banyo seti devede kulak ama  benim için fotoğraflamış ve hatta yapım aşamalarını da yazıp bana mail atmış. Malum ben payşalmayı seviyorum :)) Yazısını benim mailime gönderdiği şekilde paylaşıyorum. Ve tam da buradan Aygüle çok çok teşekkür ediyorum çalışmasını benimle paylaştığı için...Çalışmalarının devamını bekliyorum... 

''merhaba canım umarım beğenirsin tarifi aşağıda resimlerde ekte sevgiler....

Malzemeler:
- 1 adat ayna
- 1 adet havlu askısı
- 1 top ip
- kağıt
- makas
- silikon tabanca ve silikon cubuklar

Yapımı: Herhangi plastik ayna setinize elinizde bulunan iplerle şekil verebilirsiniz. Benim elimde kendir ipi vardı ve bununla kağıt üzerine spiraller yaparak yapıştırdım. Elimdeki ayna üzerine sıra sıra şeritler halinde ipleri silikon tabanca kullanarak yapıştırdım ve bunların üzerine küçüklü ve büyüklü olarak hazırladığım spiralleri silikon tabanca yardımı ile tutturdum. Ayna süsüm hazır oldu. Havluluk için de birbirini takip edecek şekilde ve hiç boşluk bırakmadan kendir ipi üzerine sardım ara ara silikon tabanca yardımı ile yüzeyine yapıştırdım. İşte bu kadar kolay ve sonuç karşnızda.''




8 Kasım 2010 Pazartesi

Çiçekli kitap ayraçları...

Sevgili arkadaşım Rızkat yaşadığı o kadar hengamenin arasında boş durmamış bu güzel kitap ayraçlarını  yapmış. Onun böyle marifetli oluşunu görmek  kendi tembelliğmi hatırlatıyor bana. Aklımdan bir sürü şey geçirmemi ama hiçbirini yapamayışımı...









İşte o güzellikler...


Ayraçlarda görmüş olduğunuz çiçekler kuşe kağıttan yapılıyor ve ortasına bir kumaş parçası ve boncuk yerleştirilerek tamamlanıyor Dilerseniz kağıt yerine karton da kullanılabilir. Kitapların arasına girecek olan bölümün karton olması daha uygun.  Resimde görmüş olduğunuz siyah çiçekli ayracın alt bölümü, bir yüzü kağıtlı magnet mesela. Elde hangi malzeme varsa o kullanılmış. Dilersem kaybolmasın diye  buzdolabıma yapıştırabilirim. :))


Mor çiçekli ayraç resimde de görüldüğü gibi kitap sayfalarının köşelerine yerleştirilebilecek şekilde tasarlanmış. Üçgen parça mor kartondan yapılmış. 


Siyah çiçekli kitap ayracı artık benim. :))

4 Kasım 2010 Perşembe

kısayol tuşu

Hayatımızın da bir kısayol tuşu olsa fena olmaz hani...Ordan biyerden hoooooppp çeeek gelsin masa üstüne...İşte bu kadar...

Yoksa hayat çok zahmetli. Hele de benim gibi her türlü zahmete katlanamayanlardansanız. Kolayı  severseniz işiniz daha da zor. Aslında o kadar da kolaycı değilde biraz korkağım diyelim. Kendime bu haksızlığı da yapamam yazık olur.

Hayatımın en büyük korkusu hayal kırıklığına uğramaktır aslında. Şimdi bu nasıl oluyor değil mi?  Oluyor işte. Hayal kurmak hayatımın anlamı. Ama her hayalimin arkasından biri böğğğ yapıyor çok kaptırma kendini diye. Kim ki bu? Deli mi ne? Bi rahat bıraksa...

O yüzden istiyorum kısayol tuşu. Herşey spontane , hızlı hızlı erişsin hayatımda. Bunu yapmak kendi elimizde belki de. Korkusuzca herşeyin üstüne gittiğimizde böyle oluyor zaten. Yok ama bekler durursak korkudan ,benim gibi,  uzuyor da uzuyor. Bir bakıyorsun otuzunu geçmişsin ama ortada birşey yok. Hayal ettiklerinin kenarından geçmiş ama içeriye kadar yürüyememeişsin. Varmı böyle bir hayat. Kızıyorum böyle hallerime, korkaklıklarma. Hayatımı bunları aşmaya çalışarak yaşıyorum sanki. Erişimde bir problem var. Aynı hattan bu kadar bilgisayar çalışmıyor. Çok dertlendim yine ama iyi oldu ben rahatladım okuyan şişsin napim. :))

29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun...



Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun...

Bu ülkeyi bölmeye çalışanlara inat, satmaya çalışanlara inat, Atatürk'ün yerine başkalarını koymaya çalışlanlara inat en büyük coşkuyla kutlu olsun.

Menfaatleri uğruna başına türbanı geçirenlere inat, din, vicdan, özgürlük kisvesiyle yolunu bulmaya çalışan satılık cemaat ve cemiyete inat en büyük coşkuyla kutlu olsun.

10 Ekim 2010 Pazar

Kendi huysuzluklarıma dair...

Delirdim ben artık benden bir hayır gelmez diyerek inzivaya mı çekilsem, kenarda böööyyllle ezik ezik...

Kulağıma taktığım imitasyon küpelerin yara yapmasından çok sıkıldım. Diğer birçok kadın gibi rahat rahat herşeyi takıp takıştırabilsem  ya ben de.

Başım ağrıyor bu akşam, kafamı duvarlara vursam olur mu?

Havaların serinliyor olması canımı sıkıyor. Kuş olsak da göçsek ya bizde sıcak yerlere. Kuşlara bu kıyak niye Tanrım. hem uçabiliyorlar hem de kat kat giyinmek zorunda kalmıyorlar.

En son aldığım ''Evim'' dergisini kurcalayarak hatmedecek fırsatım olmadı bir türlü.

Zaman neden bu kadar acımasız ve hızlı ilerliyor. Yetişemiyorum. Belli bir yaştan sonra dondursak olmaz mı? Teknolojiyi,  gelecek nesillerin bizden daha rahat kullanacak olması haksızlık. Gelecek nesile bu yüzden gıcık oluyorum. Umarım sık sık elektrikleri kesilir onların da.

Bir boşluk var , onu bulup dolduramıyorum bir türlü.

Başka birşey yazasım yok, çok huysuzum, can sıkıcıyım, sıkarım, bozarım.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Eski gömlekten çok kirli torbası...

Bu torba kirli torbası olarak kullanılbildiği gibi çorap, fular, şal torbası olarak ya da yatak odası  ve banyodaki fazlalıkları toplamak içinde kullanılabilir. Kullanım amacı ihtiyaç doğrulsunda değişir. Bize banyo için gerekliydi, kirli torbası yaptık.

Elimizde düz renk gömlek vardı ama ekoseli gömleklerden de çok cici olur. Düz renk gölmeğin avantajı süleme yapılabiliyor olması. Süslemeler tamamen hayal gücüne bağlı. Yapımı da oldukça kolay. Tam tembel işi :))

Yapılış aşamaları:
Gömleğin kolları omuzdan kesilerek kapatılır. Aynı şekilde etek ucu da dikilir.
Alttan birkaç düğme kapatılarak gömlek herhangi bir askıya asılır.

Gömlek askısı da kapı arkasına...





5 Ekim 2010 Salı

my kitchen... 2

Daha önceki ''my kitchen'' adlı yazımda keten pantolonun iki paçasından iki bakliyat torbası çıktığını söylemiştim.  Pantolonun üst kısmından  iki torba daha diktik. Ama bunlar paçalardan çıkanlar kadar pratik olmadı daha fazla dikiş gerekti. Olsun yine de sonuç aynı...

Bu torbalara siyah bağcık ve başak deseni çalışıldı...Yine spontane...Aklıma geleni yazıp çizmeyi seviyorum. Bu anlayışla daha güzel oluyor sanki...


Blogum ''Evim'' dergisinde...



Beni gören de evim dergisine editör oldum sanır. Temmuz ayında bloguma gelen bir mesajla öğrendim o sayısında adımın geçtiğini. Bir sevindim  bir sevindim anlatamam. Sanki derginin tamamını ben yazıyormuşum gibi. Halbuki küçük bir köşede sadece benim gözümden kaçmayan bir detayı onlar da benim gözümden yayınlamışlardı o kadar. Yine de kendilerine sonsuz teşekkürler şuncağız bloguma saygı duyup, adına sayfalarında yer verdikleri için.

4 Ekim 2010 Pazartesi

my kitchen...

Annemler burdaydı demiştim geçen hafta. Onun da vermiş olduğu enerjiyle ve de en çok annemin; ''ne görsen almışsın'', ''hiçbirşeyi atmamışsın'' , ''bu evin hali ne böyle'' , ''artık alışveriş yapma'' , ''şu eskilerinden kurtul'' gibi cümleleri dehşete kapılarak sarfetmesinden dolayı eski keten pantolonumun paçalarını bakliyat kesesi yaptım. Pantolonu elime aldım şöyle bir baktım, atamam biliyorum, öyleyse bunu ne yapsak diye düşünürken...Evreka!!!

Bağcıkları kendinden hazırdı. Rengi de çok uygundu. Geriye tek kalan bir makastı. Veee kestim!!! Kestim kestim de kesmeden bir fotoğraf çekeyim dememişim. After - before yapardık.

Söz konusu bağcıklı pantolon paçası olunca yan dikişler tamam geriye sadece kestiğimiz, torbanın altı olacak yeri dikmek kalıyordu. Annem bu bölümü elinde dikti. Ben de asetat kalemi elime aldığım gibi boyamaya başladıım. Üzerinde çok fazla  düşünmeden ilk aklıma geleni (my kitchen) yazdım.

Bu kadar spontane gelişmesi ve ardında kullanışlı bir ürün çıkması çok keyif veriyor bana.




İki paçadan iki torba, pantolonun üst bacak bölümünden de iki torba daha çıktı. Onlar daha sonra...

30 Eylül 2010 Perşembe

Palmet desenli ahşap boyama kutular...

Başlıktan da anlaşıldığı üzere palmet desenli oluşu önemli. Bir arkeolog için çalışmalarındaki desenlerin en az 2500 yıllık olması önemli. Çünkü yaptığı işi daha keyifli kılıyor.  İkisi bir arada yani :))

 Bu desenler de kutular çikolata kahve rengine boyandıktan sonra altın yaldız boyayla el boyaması olarak yapıldı. 

Tuvalet aynamın üstindeki yerlerini alalı tam beş yıl oldu.

Hala da keyifle kullanıyorum...





29 Eylül 2010 Çarşamba

Eskitme ahşap tepsi...

Ham haldeki ahşap tepsi romantik(!) mum ışığında güzelce yakıldıktan sonra üzerine annemin eski kitaplarından bulunmuş çiçek deseni el boyaması olarak yapıldı. Kenarlarda bakıra çalan altın yaldız kullanıllarak mümkün olduğunca eskitme havası verilmeye çalışıldı. Son olarak tabiki verniklendi.

Tüm bunları kim mi yaptı?

İçimdeki ekip...




Posted by Picasa

27 Eylül 2010 Pazartesi

Nerelerdeyim ben...

Hiçbiryerde değilim aslında. Kukuman kuşları gibi işten eve, evden işe gidip gelip duruyorum. Şuncağız bloğuma bile bakamıyorum. Çektiğim fotoları yayınlayamıyorum. Hergün motive etmeye çalışıyorum kendimi akşam eve gidince oturacağım bilgisayarın başına yazıp çizeceğim diye. Ama enerjim pek bir düşük olduğundan mıdır nedir yapamıyorum. Bu da beni çok mutsuz ediyor. Şimdi bu yazıyı bile işyerimden yazıyorum. Eve gidince bu akşam yine birşey yapamam çünkü annemler bizdeydi bu hafta, bu gece de gidiyorlar.

Hiçbirşey yapamıyorum dedim ya ailemin bizde olmasından aldığım enerjiyle bakliyat keseleri yaptık beraber. O kadar mutlu oldum ki elimde tekrar birşeyler yapınca anlatamam. Şu saat oldu, işteyim ve  hala keyfim yerinde bu yüzden.

Ev de bloga koyacak çok malzeme birikti. En kısa zamanda yayınlayacağım hepsini. Böyle otur otur nereye kadar?

Demek ki buraya kadaaaarr....

4 Eylül 2010 Cumartesi

Buzdolabındaki kötü kokulardan kurtulmak için yeni bir fikir.

Birçok şey duyarız buzdolabımızdaki kötü kokulardan nasıl kurtulacağımıza dair. Ama bugün öğrendiğim daha farklı.

Bir parça kömürü kısa bir süre buzdolabının içinde bekleterek kötü kokulardan kurtulabiliyoruz.

Bir Zonguldaklı beğendim bu fikri. Bizim''Karaelmas'' bak ne işlere de yarıyormuş başka...:))

11 Temmuz 2010 Pazar

kpss çıkmazı

Bu ülkede yaşaıyorsanız hayatınız boyunca türkçe, edebiyat, matematik, coğrafya, vatandaşlık bilgisi gibi derslere idmanlı olmak zorundasınız.  Henüz ilköğretimde okuyan öğrencilere bunun nasihati veriliyor mu acaba?

Lisedeyken okul müdürü çıkıp ''evladım bunlar hayat boyu lazım size'' derken yoksa bunu mu kastediyordu? Vallahi ben bunu kastettiklerini anlamadım, anlayamadım. Zannettim ki üniversite eğitimim çıkacak hayat boyu önüme beni test etmek için. Zannettim ki üniversiteyi bitirince adam olacağım, bi halta yarayacağım...Ama nedense ne olmak isteseniz bu memlekette yukarıda saydığım şu dersler var ya onların idmanı gerekiyor.

Matematikte hala üçgenin bilmem nesi...Bana günlük yaşamda üçgenin iç açıları toplamı hiç lazım olmadı. Ya da tanıdığım hiç kimse telefon açıp karadenizin iklim koşulları tarımı nasıl etkiliyordu diye sormadı. Size sordu mu?

Aldığımız diplomaların hiç bir önemi yokmuş gibi ''gel bakalım bizim adına genel kültür ve genel yetenek dediğimiz şu testlerde nasılsın bir göster kendini' 'diyorlar. Dört yıl boyunca bir bilim dalına odaklanarak onun eğitimini verdiklerini kendileri de unutuyorlar.

Bugün sınava gireceğim okula gittim...Etrafıma şöyle bir baktım. Yeni mezun çok tabi sınava girecek. Ama büyük bir çoğunluk daha var ki benim gibi...Acınası halde. Büyük ihtimalle özel sekttörde çalıştığı için kendi işini yapamayan ya da az para kazanan. Belki hiç işi olmayan. Evli barklı, çoluk çocuk sahibi ama hala hayatta tutunacak sağlam bir dalı olmadığı için bu gerizekalı sınavın peşinde aynen benim gibi sürünen insan yığını.

''Hazırlanamadım ama Türkiye burası ne olur ne olmaz bir yerlerden torpil buluruz da belki azıcık puanımızla bir yerlerde devlet memuru oluruz'' diyen. Benim gibi ''Allah belasını versin bu sınavın'' diye söylenen ama tıpış tıpış giden. Hem sınava hazırlanıp hem de Ankaralara taşınarak meclis civarında kendine torpil arayan. ''Sınavım iyi geçse bari'' değil de ''torpilim işe yarasa bari'' diyen. Birçok torpil patlıyor. :)) O da olmadı ''sözleşmeli kadrosuyla girerim, puanınmın o zaman bir önemi olmaz, geçen sefer kpss ye girmedim diye bizim eleman benim işi halledemedi'' diyen. Sözleşmeliden kadrolu memurluğa geçerken puanın bir önemi yok çünkü. Daha neler neler...

Gerçekten çalışıp, sınavda heyecandan elleri titreyen ama sonuç açıklandığında 2 puan yüzünden hiçbir yere atanamayanlar ne yapsın ya...

Dersane piyasası var bir de...İlkokuldan başlayarak dersane takviyeli eğitim öğretim görüyoruz. Devletin eğitimi yetersiz çünkü. Üniversite bitiriyor, ondan sonra da kpss için dersanelere gidiyoruz. Yok böyle birşey. Dünya da bir örneği daha var mı acaba bu yaşadıklarımızın. Bu tuhaf sistem biryerlerde daha varsa bilmek istiyorum. Gerçekten merak ederim.

Elalem açlıktan ölüyor ama dersanelerin milleti sömürmesine bir dur diyen olmuyor. Aaaaa...Trajikomik...

Böyle böyle düşünerek şu kpss denen can pazarında binbir umut arayan binlerce milyonlarca insandan biri olmanın ezikliğini yaşıyorum...

Devletim de kendini ezik hissediyor mu gencecik vatandaşlarına bir umut kapısı aralayıp sonra da parmaklarını kapıya sıkıştırdığı için?

7 Temmuz 2010 Çarşamba

çaydanlık kireç tutmasın diye...


Yıllar önce bizim evde annemin çaydanlığından hep tıkır tıkır bir ses gelirdi. Eş dost da öğrenmiş aynısını kendi evindeki çaydanlıkta uygulardı. Bu ses ne miydi? Deniz kabuğu tıkırtısı... Çaydanlığın içine bir tane deniz kabuğu atıyorduk ve kireç tutmasını engelliyorduk. Ondan sonra neşeli tıkırtıyı dinleyedur... Çok keyifli  geliyor o ses çaydanlık kaynarken.

Deniz kenarından topladığınız deniz kabukları işte bu işe de yarıyor. Deneyin derim.



67 den memleket...

Zonguldak ne bitmez bir yaradır içimde... Hem gitmek istemediğim hem orda olmak için delirdiğim... Ben aslında sadece haritadaki yerini değiştirmek istiyorum işte bu kadar... Mesafeler kısalsın. Hem yüreğimde hem yollarda...

Tavşanları da hep bu yüzden 67'den yaptım. 67 varken 62'den neden yapayım ki...Yaptığım tüm tavşanlar kaçtı o ayrı mesele...Şimdi hayat boyu kaçan tavşanları kovala işin yoksa...

67'den memleket yaptım kendime onu da kaçırdım elimden. Amannnn...Allah cezasını versin herşeyin ve herkesin diyerekten noktayı koyuyorum bu gece...Dalamayacağım şimdi bu ağır konuya, içinde boğulma olasılığım % 100 çünkü...Hadi iyi geceler kendime...

2 Temmuz 2010 Cuma

Bu yaştan sonra pilot olunur mu?

Saat 22:52...

Günün yorgunluğundan hem eşim hem ben oturma odasında kendimizi bir yerlere savurup göz kapaklarımızla kavga ederek bir iki saat daha oturmaya çalışıyoruz. Ben internette hababam dolanıyorum, gün boyu bakamadıklarıma bakıyorum...Yanımda büyük bir bardak su arada bir yudumluyorum. Malum burası Mersin... Sıcak...Çok fazla konuşmaya mecalimiz yok. Enerji hiç yok. Zaten evlilik kurumunun gevezesi olarak ben konuşmazsam onun tuhaf belgesellerden başını kaldırıp iki cümle kuracak hali yok. İzledikçe iyice  düşüyor göz kapakları.

Derken şahane memleketimin alavere dalavereci sınavlarından biri olan ÖSS, oturma odasının ortasına düşüyor. ''Şimdiki sorular daha kolay'' filan...Orta yaşını bulmuş insanların veletleri beğenmeme, salak bulma tripleri işte...

Diyor ki ''tekrar sınava girsem bir okul daha mı okusam''. Nasıl gözü kesiyorsa... Ben istemem mesela. Bir ay okuyup cerrah olcaksın, hemen ikinci ayda da bok gibi para kazanmaya başlayacaksın deseler yine de okumam. Öğrenci olmak istemiyorum artık. Bana kalırsa yeterince okudum. Zaten hayat hep bir öğrencilik hali...Sanki eğitimini aldığım bilim dalı el üstünde mi tutuluyor şu şahane memleketimde de ben bir üniversite daha bitirince kıymettim artsın. Peehhh. Kendi mesleğimi bile yapamıyorum. ''Boşveeer''... ''Başka işin mi yok''

Neyse... böyle düşünürken ve düşüğndüklerimin bir kısmını da dile getirirken ''ne okuyacaksın?'' peki diye soruvermiş bulundum. Cevap ne oldu dersiniz; ''Kara harp okulu... bu yaştan sonra pilot olabilir miyim?'' oldu.

Kara harp okulundan nasıl pilot çıkacak bilemiyorum :)) Ben de ''üzülme pilot olmak kolay, devirisin bir şişeyi anında pilot olursun'' dedim ''Hem de dünyanın en keyifli pilotu :))''

Tekrar üniversite okumak bir yana dursun, bizimki daha içmeden pilot olmuş...

Bizden ancak otomatik pilot olur artık.  Her gün otomatik olarak aynı saatte kalk aynı şeyleri yap.İşe git gel, yemek ye, uyu, gerekliyse seks yap. Her gece aynı saate uykun gelsin. Her sabah alarm bile çalmadan uyan. Bigisayara karşı oyun oynar gibi yarıştır kendini kendinle...

İşte... ''Otomatik pilot'' devrede. Çünkü sahici pilot paraşütle atladı ve bir adaya düştü, hayal aleminde yaşamına devam ediyor...

27 Haziran 2010 Pazar

Transparan buzdolabı

Buzdolabımda cin var... içerde bir cin olmasa ben neden sürekli gidip gelip bozdolabının kapağını açıp bakayım. Gözüm neyi keserse neden ağzıma atayım...Tüm bunların sebebi buzdolabı cini...

Açlıktan veya sıkıntıdan mideniz kazınmaya başlayınca çıkıyor buzdolabı cini. Hep aynı noktadan buzdolabının içindeki ampulden çıkıyor. Buzdolabının kapağını açınca neden ışığı yanıyor zannediyorsunuz. :))

Cinin bizi çağırma seramonisi midenin kazınmasıyla başlar. Buzdolabına doğru ilk adımı  attığınızda tamamalanmış olur. Sonrası malum zaten. Kendinize geldiğinizde elinizde bir bardak soğuk suyla bulursunuz kendinizi. Ya da bir şişe soda. :))


Ama birileri üşenmemiş böyle kötü alışkanlıkları adeta perçinlemek adına  şeffaf buzdolabı üretmişler. Bu buzdolabının önünden geçilmez önünde gün boyu oturulur. Sonumuz obezite... :)) Ama tabi enerji tassrrufu sağlar, ona birşey diyemem. İki saat buzdolabının kapağı açıp seyre dalıp hangisinden yuvarlasam diye düşünmekten de iyidir heralde. Bedava verseler almam, ama tasarım harika...Bana gitmez...

17 Haziran 2010 Perşembe

windows happy-life 2010


''Hayatımızın hangi aşaması en mutlu olduğumuz zamandır?
gelecekte mi ''o zaman''  yoksa yaşanmış bitmiş mi?
O kadar çok değişiyoruz ki biz insanoğlu,
bizim hızımıza mutluluk yetişebilir mi?''

diyen bu dizelere inat her çağda mutlu olmalıyız değil mi? Yaşamdaki her türlü değişikliğe karşı otomatik güncelleme yapabiliyor ruhumuz ve bedenimiz. ''Windows happy-life 2010''  :))

13 Haziran 2010 Pazar

değişik saksılar...

Nelerden saksı yapılır diye hiç düşündünüz mü? Yoksa şu bizim hafta sonları keyifle köy kahvaltısı yaptığımız bol çiçekli bahçenin sahipleri gibi her türlü eski eşyayı evirip çevirip saksı olarak kullanır mısınız? Bahsettiğim  objeler yoğurt kabı ya da yağ tenekesi değil. Bu kadar basit değil. :))



Su kabağından saksı yapılmasını anlıyorum çok hoş görünüyor zaten. Ben de bir yazı yazdım su kabağından saksılarla ilgili. Ama bu bahçede bir iki değişik saksı daha var ki hem şaşırtıcı hem güzel. Biraz işlem görseler daha orjinal ve ilgi çekici olacaklarına eminim. Yine de düşünce tarzını çok kıskandığımı itiraf etmeliyim. Eski bir semaveri saksı yapmayı ben düşünemezdim çünkü.   Semavere şöyle bir bakınca, çiçeğin suyunu fazla kaçırısanız musluğundan gidiverecek gibi geliyor. :))Bu fikir de nedense düşünürken çok hoşuma gidiyor.

Semaveri içinde çiçekle görür görmez ilk aklıma gelen ''acaba koyu maviye boyansa nasıl görünür?'' oldu. Çünkü böyle bir saksı kendini göstermeli, daha çarpıcı olmalı.



Megafon fikrini ise koşulsuz takdir ediyorum...Çok beğendim. Formuyla saksı olamaya çok müsait zaten.

Bu arada fotoğraflar çok güneşli çıktı kusura bakmayın...Ortam o kadar güneşliydi ki ne çektiğimi göremedim bile...