Zuhal'in Müzesi

26 Aralık 2012 Çarşamba

Seksi mutfak önlükleri




Yılbaşı hediyeleriniz bunlardan biri olsun istemez misiniz? 

Tam da siz mutfakta koştururken eşiniz gelirse ;)))

Bunlar ve daha fazlası bitenekadar.com'da

24 Aralık 2012 Pazartesi

Mim...

Sevgili Aslı beni mimlemiş. Vallahi ne yalan söyleyeyim kendim yazıp kendim okuyorum zannediyordum. Birilerinin benden haberdar olması pek hoşuma gitti. Böyle hissettirdiğin için çok teşekkürler Aslı. :)

***

Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?

Bende hangisinin öne çıkacağı pek belli olmuyor. Duruma göre değişiyor sanırım. Bir bakıyorum en kritik kararları kalbimle almışım, bir bakıyorum  ciddi ciddi, mantığımı çalıştırıyorum. Sanırım böyle olması gerekiyor. Sadece biriyle olmaz. Mantık ve kalp beraber çalışmalı. Arada bir biri diğerine ''kardeşim sen az çekil şöyle bu konu bende'' demeli

İnsanlar niye mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar?

İnsanlar mutlu değil çünkü daha çok maddi şeye sahip olduğunda mutlu olunacağını sanıyor. Özellikle yeni yetişen toplum böyle.Halbuki elektrikler kesildiğinde bile mutlu oluyorum ben o an dünyada sadece ben, eşim ve cici kızım kalıyor gibi. Hiç birşey dikkatimizi dağıtamıyor. Öylece oturuyorum boş boş.
İnsana empoze edilen yaşam mutlu olmasına engel oluyor.Ama yine de herşeye şükretme taraftarı değilim. Bu biraz polyannacılık oluyor. İnsan mutlu veya memnun değilse şükredemezki.


Çok para harcayıp, keşke almasaydım ya da harcamasaydım dediğin bir şey var mı?

Olmaz mı? Hem de neler neler. Ama çok para harcayarak değil. İlk aklıma gelen Deniz Lal için aldığım müzikli dönence. Müzik kutusu elimde kaldı çünkü.

Haklı olduğun bir konuda kendini savunur musun? Yoksa susmak adalet mi dersin?

Ben beni anlamayacak hiçbir insan için çene kaslarımı yormam. 

Tok gözlü müsün? Yoksa her şeyim olsun diyenlerden misin?

Tok gözlüyüm.  Herşeyin mütevazi olanına sahip olsam yeter bana. Yani zaruri ihtiyaçların.



23 Aralık 2012 Pazar

Evdeki son durum...

Evdeki son durum aynen şöyle;

Malum bugün pazar...

Ev bebekli her ev gibi dağınık. (bebekli evler dağınık değil mi, ben öyle avutuyorum kendimi ona göre)

Engin spor haberleri, spor yorumları, maç tekrarları gibi sporla alakalı ne varsa hepsini izlemeye çalışıyor. Aynı anda Deniz Lal bebişim de püskürttüğü tükürükleri alnına kadar sıçratarak dikkat çekiyor. Engin onun yanında oturduğu için sürekli siliyor ve her seferinde ''daha az önce sildim ya'' diyerek 3 aylık bir bebekten çok şey bekliyor. Bu arada Deniz Lal cin gibi etrafa bakıp duruyor, oyun istiyor. Yanından uzaklaşıldığında değişik sesler çıkararak bizi çağırıyor(tam da şu an olduğu gibi)

Ben mi?

Ben de sıradan bir pazar gününden çok şey bekliyorum. Durumu vahim olan benim. :(

İyi pazarlar...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Deni Lal'in Kapı süsü



Bu kapı süsü de doğumdan bir gün önce tamamlanabildi. Ablamın hünerli ellerinden çıkmadır kendisi. Ama ben doğum yapacak kadın huysuzluğuyla onu mu eklesek bunu mu eklesek derken ablam aldı götürdü evine ve yaptı getirdi. Ben de konuştuğumla, vır vır ettiğimle kaldım. Ben çok beğeniyorum. Kapı süsü olarak hastaneye de bunu götürdük. Üzerindeki kalpler, balıklar ve deniz yıldızlarının malzemesi kumaş. Herşey evdeki artık kumaşlardan. Hatta çiçekli kumaş eskiden çok sevdiğim bir eteğime ait. Zayıfken giydiğim etek
:((

Başka bir kapı süsü fikri  için buraya da bakabilirsiniz

14 Aralık 2012 Cuma

Elmalı turta yaptım



Dün arkadaşım Handan bendeydi. Deniz Lal'in 3. ay resimlerini çektik beraber. Burada bahsetmiştim biraz çekim konusundan. Handanın gelirken getirdiği elmalı turta o kadar güzeldi ki tadına doyamadım. Kalktım bugün ben de yaptım.

Tarifi şöyle;

Elmalı Turta

1 paket margarin (oda ısısında)
1 yumurta
4 yemek kaşığı şeker
1 paket kabartma tozu
Aldığı kadar un

İçi için;
3 elma
4 yemek kaşığı şeker
1 yemek kaşığı tarçın
1 su bardağı kadar dövülmüş ceviz veya fındık

Yapılışı; Boğazına düşkün olanlar bilir zaten. :))

12 Aralık 2012 Çarşamba

3. ayımız bitti...12.12.12 bizim için de önemli ne var yani?




Minik kızım bugün tam 3 aylık oldu. Şu an güzellik uykusunda. Öğleden sonra onun da keyifli olduğu bir anda 3. ay için fotoğraf çekimi yapacağız amatör olarak kendi çapımızda. Elbisesi hazır, karnı şu an tok(umarım) ve ben kendime bir kahve yapıp içmeyi planlıyorum. Doğumundan önce aldığım pudra pembesinden gül kurusu tonuna çalan büyük gülü saçına takmanın ve orda tutmanın bir yolunu bulmalıyım Bir de taçlarımız var tabi. Ana kraliçe ve prenses taçları. Hepsi bugünü bekledi sabırsızlıkla

Kahveyi yaptım, içiyorum. Hadi bana kolay gelsin...

24 Kasım 2012 Cumartesi

Bebek Anı Defteri




Uzun zamandır bloga koymaya çalışıyorum bu defteri ama olmuyor. Günlerim Deniz Lal'den sonra hep aynı, hep yoğun, hep ilginç.

Ertesi gün doğuma gidecek olmama rağmen yani 11 Eylül günü ''Aman ne gerek var'' dediğim anı defterini aniden yapmaya karar verdim. Hemen sıradan çizgisiz bir defter aldırdım. Daha önce başka bir çalışma için  kesilmiş olan beyaz keten pantolonun kumaşıyla kapağını kapladım ve etrafına pembe kurdale ile çerçeve yaptım. Geri kalanı ise canın ne isterse yapıştır durumu.Hatta doğum için yaptırdığım bebek şekerlerinden birinin lavantasını söküp en üste yapıştırdım. Böylece bebek şekeriyle konsept bir çalışma gibi göründü. Çiçekli kalpler eski bir etekten kesildi. Biraz da pembe boncukla bu iş bitti.

Kalem ablam tarafından yapıldı. Elindeki pembe tükenmez kalemin tepesine içi elyaf dolu minik kalbi yapıştırarak yaptı. Bence çok güzel bir ikili oldu.

Herkese böyle özel günlerde anı defteri edinmelerini tavsiye ederim. Hem çok keyifli oluyor hemde bebeğinize bırakacak bir hatıra daha oluyor.

21 Kasım 2012 Çarşamba

ANA ADI: ZUHAL

12 Eylülden beri resmen anneyim. Nüfus cüzdanındaki ana adı bölümünde adımın yazdığı bir kızım var. ANA ADI: ZUHAL yazıyor. Devlet resmen beni anne olarak atadı ama ben kendimi tam olarak atayabildim mi? Hala eksik birşeyler var. O kadar yorgunum ki, bu yorgunluk mu böyle hissettiriyor bilmiyorum. Cicim nerdeyse 1 saattir uyuyor ve ben yemek yapmak ya da evdeki diğer eksikleri tamamlamak yerine Gossip Girl seyrederek blog yazıyorum. Çünkü şu sıralar kendimi ifade edebileceğim tek yer burası. Uzun bir sürede öyle kalacak gibi. 1 yıl çalışmama kararı doğru bir karar mıydı bilmiyorum ama sanırım işe gitmek istiyorum. Yoksa kızımdan kaçmaya mı çalışıyorum? Neden bebeğim doğar doğmaz tüm annelik hormonlarım normal çalışmadı ki sanki. Benim diğer annelerden neyim eksik? Çok mu fazla kendimi düşünüyorum? Sorular, sorular, sorular...  Bütün gün emzirmekten mama yapmaktan ve kaka temizlemekten başka birşey yapmıyorum. ha bir de cicimi huysuzlandıkça omzumda taşıyorum ve aynı pozisyonda gazını çıkartıyorum. Bu yüzden sağ kolumun ağrısı hiç geçmiyor. ''Bebek taşırken kol da ağrır mı canım?'' demeyin. 4.150 kg bebek çıktı benim içimden. Bir yandan da büyüyor malum. Akşam babasının kucağına nasıl verdiğimi anlamıyorum vallahi. Aslında cicim çok huysuz değil, bakmayın öyle dediğime. Benim derdim kendimle. Yoksa benim kuzum dünya tatlısı. En iyi arkadaşım o olsun istiyorum. Umarım bunu başarabilirim. Tabi ilerde. Bu doğum sonrası zımbırtısı hafifleyip de onun bakımına alıştıktan sonra. Kendime zaman ayırabilmek istiyorum. Bu durumda konu zaman yönetimine dayanıyor elbet. Herhalde ben bunu beceremiyorum.Becerebilen varsa bana bir yol yordam göstersin. Doğumdan sonra nasıl başa çıkmış herşeyle bi anlatsın gözünü seveyim...

Not: Aslında daha çok yazmak istememe rağmen yazmaya başlayınca pat pat pat herşeyi anlatmak istediğimden yazılarım bir tuhaf ve karmaşık oluyor. O yüzden kısa kesiyorum. 
Bu da okuyana kıyağım olsun :))

16 Kasım 2012 Cuma

saplantılı ve korkak bir anne miyim? peki düzelir miyim?

Bebeğim geceden beri uyuyor. Gerçi beslenmek için falan uyandı birkaç kez ama hala uyuyor. Neredeyse öğlen oldu. Karnı aç değil biliyorum o yüzden uyandırmaya da kıyamıyorum. Uyusa dert ediyorum, uyumasa da dert ediyorum. Annelik böyle mi yahu. Her ne kadar bilinçli ve aklı başında davranmaya çalışsam da olmuyor. Bir nokta da aç mı tok mu, neden uyuyor ya da uyumuyor moduna fena halede saplanıyorum. Aslında bakarsanız bebeğimin acıktığında ağlamayacak kadar edepli olduğunu bile düşünmeye başladım. Bunu kime söylesem yüzüme garip garip baktı. ''O kadar da değil'' diyerek. Ben aç olduğunu düşünüyorum ya o an ne yapayım aç ama ağlamıyor olabilir diyorum işte.Ay ay ay ay vallahi annelik ne zoooooooorr. İmdaaaaaaaaatt.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yumurta buzdolabında nasıl saklanmalı?


Bu sabah televizyonu açtığımda ''Doktorum'' adı verilen sevmediğim program vardı. Sevmem çünkü hastalığı hatırlatır. Tedbirli olmaktan ziyade son aşamada doktora gitmek isterim ben de. Korkarım doktordan çünkü. Hele o adam bütün programı yeşil doktor kostümüyle sunuyor ya içim ürperiyor. Bu nedenle tırsarım böyle programlardan. 

Neyse uzatmayalım. Taylan Kümeli vardı ekranda. Vallahi ne yalan söyleyeyim görür görmez düşündüğüm ilk şey ''diyetisyen ama kilo mu almış ne?'' oldu. O da insan, o da kadın. İki çikolata bir gofret yiyordur herhalde arada bir.

Neyse demiştim değil mi?

Verdiği pratik bilgi çok önemliydi. Yumurtaları buzdolabında mutlaka kendi kabında saklamamızı öneriyordu.   Buzdolaplarında bulunan yumurta rafına dizmeyin diyordu. Çünkü yumurta oldukça bakterili bir ortamda üretiliyor ve buzdolabında açıkta kaldığında bu bakterileri içeriye yayma riski artıyor.

Ben bu bilgiyi neden sevdim?

Çünkü yumurtaları buzdolabındaki şu gıcık delikli bölüme dizmeye hep üşenirim. Bizde en az birkaç gün kutusunda kalır zaten. Hatta bazen kutudan çıkartamadan biter.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Bebekten sonraki kitap okuma arzusu


Amerikalı oyuncu Brooke Shields'i bilmeyen yoktur. Hani şu ''Mavi Göl'de oynayan. 2003 yılında bir bebek sahibi olduktan sonra yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazmış.

Bu kitabı doğumdan çok kısa bir süre sonra henüz annem bizdeyken üzerime hiçbir giysi olmadığı, daha doğrusu ya çok bol ya da çok dar oldukları için alış veriş merkezine kısa bir tur yaptığımda Media Markt'ın az satanları 5 tl reyonuna koyduğu bölümden aldım. Yeni doğum yapıp henüz afallama döneminde olunca hemen dikkatimi çekti. ''Bebekle beraber okuyamam ama alayım bari'' dedim. 

Eve geldim elimden bırakamıyorum. Deniz lal'in karyolasını ayağımla sallayıp elimle kitabı tutuyorum, o derece. Edebiyat harikası değil elbet ama yeni doğum yapmış kadın için ideal.

Ama asıl şaşılacak konu doğum iznine ayrıldıktan sonra bile hiçbir kitaba konsantre olamayan bendenizin evde mini mini bir bebek varken ısrarla kitap okumaya çalışıyor olması. Okuyorum da hala... Bitmesine az kaldı. Araya bayram tatili falan girdi. Sonlarındayım şimdi. Ve sırada Elif Şafak'ın ''Siyah Süt''ü var. Bir an önce almalıyım.

7 Kasım 2012 Çarşamba

bir bebeğim oldu...olanlar oldu...

Merhabalar.

Artık anneyim. Ama nedense üzerimde biraz eğreti mi duruyor ne?. Minik bebeğim doğalı bugün tam 1 ay oldu ve ben yeni yeni kendime geliyorum. Çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bunun nedeni belkide 35 yaşında anne olmamdır. Ama ne tuhaftır ki 35 yazarken hiç orta yaş gibi gelmiyor, sanki daha gençmişim gibi.

Anne olmak çok zormuş. Gerçekten çok zormuş. Eşim ben hamile kaldıktan sonra ''babalık çok zor'' der dururdu gırgırına. Adam belki o zamandan zorlanmaya başlamıştır, ama sanmam, şu an gayet rahat. Nedense!!!

12 eylül çarşamba günü  sabah saat 07:00'de doktorumun da tabiriyle hastaneye  TESLİM OLDUK.
 Elimizde iki valiz, bebek şekerleri, taşıma puseti, çikolatalar falan.Cümbür cemaat. Yani ben(mecburen), eşim, annem, ablam ve eşimin kardeşi. 419 numaralı odaya yerleştik. Odaya girdikten çok kısa bir süre sonra bir hemşire gelip beni yatağa bağladı. Bağladı diyorum çünkü pembe bir önlük verip giymemi ve yatağa uzanmamı söyledi.  Önlüğün arka düğmelerinden sadece bir tanesini bağlayabildik nasıl olsa yatacaktım ya ''gerek yok'' dedi. Hemen ardından sol el bileğimden bir iğne sokarak birkaç aparat takıp bir serum bağladı, böylece beni de yatağa bağlamış oldu . Bense buna hiç hazır değildim. 09:30'daki doğum için neden sabahın köründe serum almaya başlamıştım ki. Daha aylar öncesinde aldığım balon ve diğer süslerle odayı süsleyecektik. Bu arada  gergindim de. Malum hayatımda daha önce hiç bayılmamıştım bile. Ama bugün epidural anesteziyle bir bebek dünyaya getirecektim. Kendimle ilgili gerçekten kaygılıydım,, korkuyordum.

Ben yatağa bağlandığıma göre eşim, ablam ve eşimin kardeşi balonları şişirmeye ve odayı süslemeye başladılar. Onlar benim istediğim yapamadıkça ben homurdanıp durdum. Saat dokuza kadar böyle harala gürele geçti. Süslemelerle fotoğraf çektirdik. 09:30'da inişe geçeceğini düşündüğümüz göbeğimle son fotoğraflar...

Saat 09:00'da iki hemşire gelip ''gidiyoruz'' dedi. Ben ikinci şoku yaşadım. Daha yarım saat vardı, niye hemen gidiyorduk? Ameliyathaneye ne zaman gideceğimi düşünüyorsam... Zaten odadan çıkıp ameliyat masasına yatana kadar bayağı zaman geçiyormuş. Bu arada fotoğraf derdine düştüm ben kim fotoğraf çekecekti. Eşimi de ameliyata almak istemiyorlardı. Allahtan hemşireler bu konuda deneyimli. Ameliyathanede çekebileceklerini söylediler. Fotoğraf makinesini ve bebeğin giysilerini ayak ucuma koyup beni yattığım yatakla beraber götürmeye başladılar. Bu aşamada ben iyice koptum. Asansöre binerken korkudanmıydı bilmiyorum ağlamaya başladım. Herkes arkamdan bakarken neye uğradığımı şaşırırım elbet. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete misali neyle karşılaşacağımı bilememenin korkusuyla...

Ben neden diğer anneler gibi yaşasın birazdan bebeğimi kucağıma alacağım diye düşünemedim bilmiyorum. Hala onun sağlıklı bir şekilde doğmasından başka birşey istemiyordum ki. Doğuma kadar içimde kıpırdandı bebeğim. Sabırsızca. O her kıpırdandığında  ''oh be iyi olmalı'' diye düşündüm hep. Malum... Hamileliğimin ilk başında onu kaybedeceğimizi sanmıştık. Buralarda yazmadım ki o günleri nereden bileceksiniz.

Asansörle aşağıyamı indik yukarı mı çıktık bilmiyorum ama ameliyathaneye geldik işte. Burası bir gün önce anestezi uzmanıyla tanışmaya gittiğimde onunla konuştuğum yerdi. Kendisine beni üst üste 8 bira içmişim gibi yapmasını söylemiştim. Bana tuhaf tuhaf bakmıştı. Engin de adamın benim deli olduğumu sandığını söylemişti. Evet belkide deliydim. O zaman değilsem de şimdi ve bundan sonra öyle olmaya çok müsaitim.
Anestezi uzmanının çılgın veya beceriksiz olup beni pelt etmesinde hep korktum ne yalan söyleyeyim. O yüzden kendisiyle önceden tanışmak hoşuma gitti. Gözüm tutmuştu. Gerçi kendisi bana doğumda anesteziyi uyguladıktan ve beni teknikerine emanet ettikten sonra muhabbetimi dinlemeden kaçtı ama neyse. Zaten çok konuşkan değildi. Kendisinin adı Ali, teknikerinin adı Ayşe'ydi.

Nerede kalmıştık.. 

Ameliyathane kapısında kurbanlık koyun gibi sıramı beklemeye başladım. Bu arada beynim bayağı bir bulanıktı. Demek ki sabahın köründen beri aldığım serum da benim kafayı biraz güzel yapmıştı. Yoksa ben nasıl o kadar serinkanlı bekleyebilirim ki orada. Çalışanlardan biri sıramı beklerken fotoğrafımı çekti sağolsun. Belkide ben istemişimdir, hatırlayamıyorum. Ama fotoğraf da çok trajikomik. Çektiği ilk fotoğrafta amelliyathane kapısına yeni geldiğim için hala ağlıyorum, bir saniye sonra ise fotoğrafımın çekildiğini anlayıp o şişmiş suratımla gülümsemeye çalışıyorum. Bunu yapabilen yaratığa kadın deniyor biliyorsunuz :)) Bu anları blogumda da çok net çıkmamış iki resimle ölümsüzleştirmek istedim. :)) (Bknz; aşağıdaki resimler)  Fotoğraf işimizde bitince sıra bana gelmiş olacakki hastabakıcı yanıma geldi yatağın kenarına benim evde alaturka tuvalete koyduğum terliklere benzeyen ve en az 45 numara olduğunu düşündüğüm bir terlik atıp''in ve bunları giy'' dedi. bende safım ya ''yürüyerek mi gideceğim diye sordum. ne bileyim. Doğuma yürüyerek gideceğimi düşünmedim. Garipsedim. Aynı anda terlikleri daha önce kaç kişinin giymiş olabileceğini de düşündüm ama bu düşünceyi hemen unutmayı tercih ettim. Zira düşünülecek başka birşey daha vardı. Tamam ben inip yürüyeyim ama kıçım açık. Sabah odada giydiğim pembe önlüğün arkası nerdeyse tamamen açık.  İnerken bunu hatırlayıp bir elimle kıçımı kapatmaya çalıştım. Rezalet yani. O halimle , karnım burnumda doğurmak üzereyken arkamın açık olduğu nasıl aklıma geldi hayret.

Ameliyathane diye geldiğim yer de hiç televizyonda gördüklerime benzemiyor.  Şu gıcık doktorlar dizisinde gayet soğuk ve korkunç görünümlü ameliyathaneler var. Ben ne bileyem hepsini öyle zannediyorum. Burası ise gayet büyük, ameliyathaneden çok bir ofise benziyor. Ameliyat masası da çok küçük göründü gözüme.. Ben çok iriyim ya ondan herhalede... Neyse kıçımız açık gittik ameliyat masasına oturduk.  Bir baktım Umut Bey. Benim doktorum.  Ben de tam nerde olduğunu soracaktım. Bana merhaba nasılsınız diye sordu ama ben ne cevap verdim hatırlamıyorum. Ardından ilk söylediği bütün gece benden telefon beklediği oldu. ''Her an doğum başlar ve beni ararsınız diye düşündüm'' dedi.  Niyeki acaba? O kadar şişmiştim ki her ana patlayabilirim diye düşünüyordu demekki. 39. haftayı görmeden bebeği almak istemiyordu ama bana baktıkça hep her an doğum başlayabilir diye düşünüyordu. Son iki hafta nerdeyse 2 günde bir NTS'ye girdim. Suyum gelirse ya da başka bir doğum belirtisinde onu mutlaka aramam için beni sıkı sıkı tembihliyordu. Aramaz mıyım, zaten öyle aniden doğumum başlasa dünyayı ayağa kaldırırdım heralde. İyi ki öyle birşey olmadı, çok korkardım.

Doktorcumla bu kısa muhabbetin ardından hemen yanımda anestezi uzmanı ve yardımcısı belirdi.belimden iğne yapıldı, acımadı. Ardından anestezi uzmanıyla aramda geçen muhabbet şu şekilde;

Anestezi Uzmanı: Bacaklarında bir sıcaklık hissediyormusun?
Ben: Evet ama sadece sol bacağımda
Anestezi Uzmanı: Birazdan diğerinde de hissedeceksin
Ben: Evet onda da hissediyorum.
Anestezi Uzmanı: Şimdi uzan.
Ben: Kendim uzanamam bacaklarımı kaldıramam.
Anestezi Uzmanı: Biz sana yardım edeceğiz.
Yattım. Yatar yatmaz ameliyathane ekibi hemen yeşil bir perdeyi ışık hızıyla gözümün önüne indirdi. Oldukça yüksekti doktorun yüzünü bile göremedim.
Ben: tamamen uyuştuğma emin misiniz.
Anestezi Uzmanı:  Merak etme biz onu kontrol edeceğiz.
Ben: Birşeyler sürülüyormuş gibi hissesidyorum. Uyuştuğuma eminmisiniz?
Anestezi Uzmanı: Merak etme biz onu kontrol edeceğiz.

Çok kısa bir süre sonra bebğimin ağlama sesini duydum Ağladığına göre sağlıklı diye düşündüm ve rahatladım. Sağ salim dünyaya gelmişti. Ne kadar tuhaftı onun sesini duymak, ağlayışı ne kadar garipti. Dünyaya adım atmıştı ve direk ağlamaya başlmıştı. Sesi uzaktan geliyor gibiydi. O ağlarken bir yandan sanki az öteye bir yere götürülüyor gibi. Tabiki temizlik ve ilk muayene için aynı büyük odanınbaşka tarafına götürülmüş olmalıydı. Bu aşamadan sonra sıranın benim dikişime geldiğini biliyordum. Bu arada Ayşenin elinde bir iğne gördüm
Ben: Beni uyutacak mısın?
Ayşe: Hayır sadece biraz daha rahatlatacağım
Ben: Beni uyutacak mısın?
Ayşe: Hayır sadece biraz daha rahatlatacağım

Evet burada yazdığım gibi herşeyi ikişer defa soruyordum.İlk cevapları tatmin etmiyordu. ama bu sağlıkçıların hepsi çok temkinli anacım. Soruyu hep aynı cümleyle cevaplıyorlar. Ayşe beni rahatlatt mı uyuttu mu şu an bile şüpheliyim, bilmiyorum. Kafam o kadar güzel ki orada bacaklarımı kesip yanıma koysalar umrumda olmazdı. Bizim Ali Bey(Anestesi Uzmanı) 8 birayı 16 mı yaptı nedir? Bu sırada ben beni diktiklerini bilerek ama umursmayarak kafamı sola çevirdiğimde gördüğüm saate gözümü dikerek bekledim 09:30 da bebeğim dünyaya gelmişti. 10:00 dan sonrada benim dikişim bitmişti sanırım. Ya da daha kısa sürdü. Kahretsin bunların hepsi biraz bulanık. Ama doğumla ve bebekle ilgili en rahat zamanlarım ameliyathanede geçirdiğim zamanlarımmış. Odaya çıkıpta 1-2 saat sonra ağrılarım başladığında aylardır beklediğim ve hazırlandığım tüm güzel seramoni yavaş yavaş bir cehenneme dönüştü. Hemşirlerden kaç tane ağrı kesici yapmalarını istediğimi hatırlamıyorum.Ve tabi bebeğin emzirme seramonisi de hüsran.  Zaten bebişim 4.150 kg dünyaya geldiği için hypoglisemiden şüphlenerek mama ve şekerli su verip bir dizi test yaptılar. Neyseki birşey çıkmadı. Bu arada biz de bütün gün emzirme savaşı verdik ama emzirmedikçe hemşirelerden mama takviyesi istedik, aç kalmasın diye. Deniz Lal'in beslenmesiyle ilgili hala kafam karışık. Sütüm 8. gün azıcık gelmeye başladı ve hala yetersiz. Ama o artık beni şarıl şarıl süt geliyormuş gibi emiyor. Bir mama bir meme veriyorum sırayla. beslenme konusu ayrı bir yazı olur hiç dalmak istemiyorum bu konuya.

İşte böylece Deniz Lal doğdu. O gün, gelsin dostlar gitsin dostlar derken akşam oldu. Eve gelişimiz ve sonrası başka yazıda artık. Bebecik ne zaman izin verirse...




Tekrar Merhaba. Yukardaki yazıyı yazalı neredeyse 1 ay oldu ama düzeltip yayınlamam biraz zaman aldı. Bebekli hayat... malum... Deniz Lal 5 gün sonra 2 aylık olacak ve  maceralarımız devam edecek :))

10 Eylül 2012 Pazartesi

Büyük Gün 12 Eylül 2012 Çarşamba. Deniz Lal'in Leyleği inişe geçti.

Evet artık doğum çok ama çok yakın. Hatta nedeyse son 24 saatin içinde olduğumu yazacağım. 12.09.2012 bizim için bir milat olacak. Tek temennim her şeyin yolunda gitmesi. Bir ay kadar bir süredir son derece heyecanlı bir bekleyiş içerisindeydim. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik ama sanırım doğurmak istemiyorum. Minik meleğim içimdeyken, ben onunla başbaşayken hayat güzel, çok güzel...Ama çıkmak zorunda biliyorum. Bir o kadar da korkuyorum. Umarım çarşamba sabahı çok panik olmam. Umarım her şey yolunda gider.

İşte benden bu kadar bugün :))

16 Ağustos 2012 Perşembe

Bebek Saç Bandı



Dün göstermiş olduğum masadaki dağınıklıktan çıkan ilk şey bebişime saç bandı oldu. Büyük ihtimalle o masadan çıkan herşey bebişim için olacak.

Beyaz saç bandını hafta sonu alışveriş yaptığımız bebek mağazasından hediye ettiler. (Mağazadaki saç bantlarını beğenmeyip resimde görünen çiçekli tokaya sarılıp ''bundan saç bandı yapayım'' dediğim için sanırım)

Yapımı çok basit.

Aşamalarıyla şöyle;

Beyaz saç bandındaki sıkıcı kırmızı kurdela sökülür ve yerine pembe çiçek dikilir.

Şimdiki hayalim bu saç bandını Deniz Lal'in başında görebilmek :))

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Yeni hallerim...

Hamileliğinin 35. haftasını dolduran bir kadın, doğum iznine de çıkmışsa neler yapar, nelere sarar, akşama kadar bir evi kendi başına nasıl dağıtır? Bunların kitabını yazarım :))

Masadaki dağınıklıktan üretim adına ne çıkacak şu an tam olarak kestiremiyorum, önümüzdeki günler bunu gösterecek.


Bunlarla uğraşırken bugün bir kötülük yaparak yemek yapmadım canım pizza çekti. Hamile kadına bu kadar da kıyak olsun ama değil mi? Sonrasında meyve var tabi. Bu yazın favorisi üzüm.


9 Ağustos 2012 Perşembe

Kaktüslerim...



Çalışıyor olsam yapamazdım. O küçücük, plastik, üst çapı 5 cm. olan saksılarında can çekişip dururlardı. Ama evde geçen zamanlarımı ister istemez evle uğraşarak değerlendiriyorum. Gerçi bundan sonraki hedefim 100.000 parça bir puzzle bulmak ama bulamam herhalde. Dışarının nemi ve sıcağı eve hapsolmama sebep oluyor. Eylül gelse biraz serinlermiyim acaba. Yoksa o zaman da doğum yaklaştı diye yusufcuk kuşuna mı dönerim. Bilemiyorum.

Saksılar buz kovası diye satılıyor. Tanesi 1,5 TL. bence çok yakıştı kaktüslerime.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Çiçekli mutfak havlusu



Bu doğum iznine özgü can sıkıntısı nasıl birşey böyle. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. İşe bile gitmek istiyorum, o kadar sıkılıyorum. Çünkü hava çok sıcak ve gönlümce dışarı çıkamıyorum. Evde sürekli olarak klima çalışıyor, hiç kapatamıyorum. Birileri gelsin veya beni alıp evden çıkarsın diye bekliyorum ki bu bile sıcakla baş etmeme yaramıyor. Dün bir arkadaşımla doğum için gecelik bakmaya çıktık. Vakit akşam üstü  ve tüm mağazalar klimalı olduğu halde ben ikinci mağazada su içinde kalmıştım. Hep diyorum ter bezlerim öncekinin 100 katı çalışmakta.

Bu arada evdeki uğraşlarım nelerdi onları hatırlamaya çalışarak birşeyler yapmaya çalışıyorum. Bu havluları alalı o kadar çok oldu ki hatırlamıyorum bile ama çalışırken elim hiç değmemişti. Biraz da zaman yönetiminde kötü oluşumdan olabilir tabi  Ama yo hayır kendime haksızlık etmeyeceğim. İş dışında kendime zaman kalmıyordu ki yöneteyim.

Havlulara gelecek olursak;
Askıları kendinden hazır olan ve 25 kuruş gibi komik bir fiyata alınan bu  beyaz havlulara sadece birer çiçek diktim. Ama bence onlara bu da yetti. Daha önce de benzeri başka havlu süslemelerim vardı. Buradan görebilirsiniz.

Mutfakta şirin olur diye düşünüyorum.

Ne dersiniz? 

31 Temmuz 2012 Salı

Eski elektrik süpürgesinden saksı



Geçen yaz gittiğimiz Amasra'da çekilmiş ve unutulmuş bir fotoğraf bu. Tesadüfen gördüm ve hemen yayınlıyorum.Türk zekası da başka bir boyutta çalışıyor gerçekten. Aslında milletçe çok savruk olduğumuzu düşünürüm ama böyle görüntüler beni şaşırtıyor. Yok artık dedirtiyor bazen belki ama adamlar kıyamamış atmamış işte.

Eskiden bu makineden annemde de vardı. O kadar hantal ve ağırdı ki ev süpürmek işkenceydi. Şimdiki makineler gibi cırt cırt çektiğin her yere gelmiyordu. Zaten formu gereği pek insanı takip etmeye niyeti olmayan bir makineydi. Biz ona uyuyorduk. Bunlardan olsa olsa bahçe saksısı olurdu zaten. :))

Bunun gibi farklı saksı örneklerini burada,  burada ve  burada da yazmıştım.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

çikolatalı kek



Bütün gün evde olunca kendimi mutfağa adadım. Yorucu olur diye pek ev işi yapmıyorum ama öncelikle kendi nefsimi düşünerek pek mutfaktan ayrılamadığımı itiraf etmeliyim.

Tatlı ne yesem derken bir süre önce aldığım ama buzdolabının köşelerine attığım bitter çikolata geldi aklıma.  Diğer adıyla ganaj denen şey bu mu bilmiyorum. Sonuçta benmari usulü eritilerek kullanılıyor. Ülker marka almıştım bu çikolatayı. Altındaki kek çok sıra dışı bir tarif değil ama güzel.

Şu an kekin biraz soğumasını bekliyorum. 1 bardak soğuk sütle kendime servis yapacağım. Bana afiyet olsun, siz de yapmak isterseniz. kolay gelsin

Çikolatalı Kek

3 yumurta
2 su bardağı şeker
1 su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı süt
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
2 su bardağı un
1-2 çorba kaşığı kakao

Yapılışını herkes biliyor zaten...

Üzerine: 
Benmari usulü eritilmiş çikolata  (Ülker)
Eritirken içine azıcık eklemek için 1 çorba kaşığı kadar tereyağı 

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sadece hamileyken gere gere göstermenin mutluluyla...

Deminden beri yazıyorum yazıyorum. Bütün günün sıkkınlığını bıkkınlığını yazdım. Havanın sıcağından neminden dem vurdum. Ayaklarımın şişliğinden, göbeğimin 7. ayındaki hamile bir kadın için biraz büyük oluşundan bahsettim durdum. Bahsettim de ne oldu. Benim sayfa açık kalmış, bu arada modemi nedense kapatmışım ama gelmiş oturmuş açık kalan kayıt sayfasına yazmışım da yazmışım. En son göbeğimin resmini çekeyim de koyayım şuraya derken resmi kaydetme aşamasında fark ettim ama yazıları kurtaramadım. Belki bir yolu vardı ama ben teknolojiye  ve bilgisayardaki böyle illetlere karşı meraksız olduğum için yapamadım. Böyle özet geçtim. Zaten kime ne... Değil mi...  Ama göbek aşağıda...Sadece hamileyken gere gere göstermenin mutluluyla...Sevgiler...


21 Temmuz 2012 Cumartesi

7. ay bitti, resmen hamileyim :)) & Deniz Lal'in ilk patikleri.



Selam herkese.

Epeydir yazmıyorum. İşyeri çok yoğun ve ben hamileliğimin 6. ayı bittikten sonra çılgınca elektrik saçan, çarpan bir kadına dönüştüm.Sinirli, huysuz bir şey olup çıktım. Bugün yazı yazabiliyor olmamın sebebi önümüzdeki hafta doğum iznine çıkacak olmamın kesinleşmesi ve bu durumun verdiği rahatlık.

Bu arada eşim beni bırakıp 1 haftalık iznini Zonguldak'ta geçirdi. Bunun da ben de ayrı bir travma yarattığını düşünürsek şu an yazı yazabiliyor olmam belki de bir mucize. Neyse kendisiyle ilgili çok atıp tutmayacağım. Ne de olsa çocuğumun babası :)) Gelirken annemin, halamın ve kuzenimin eşi Filiz'in kızım için aldığı veya ördüğü cicileri getirdiği için gidiş gelişi bu anlamda hoş oldu. Ama o kadar sadece. Hırkalar, yelekler, ponponlu tulum vs. daha neler neler. Bir ara fotoğraflarım belki.

Bu arada geceleri artık çok rahat uyuyamıyorum nedense. Yarım dünya gibi olduğum için dönüşlerde zorlanıyorum.Önce yatağa oturup sonra diğer tarafa dönüyorum. Bunun diğer sebebi de aslında bazı olağan ağrılar. Neyse çok önemli şeyler değil.

Bu fotoğraftakiler de kızıma ilk aldığım cicilerden biri.Simli converse patikler. Civil'den olukça uygun fiyata almıştım.

Bundan sonra buralarda olurum herhalde.

Görüşmek üzere.


25 Mayıs 2012 Cuma

An Gelir



Şu an kulağımda grup Moral'in An Gelir şarkısı  üçüncü kez çalıyor.

 Akşama iki misafirimi var. Çok sevdiğim iki arkadaşım. Meroş ve Belma.

Mınik aşkım kıpırdıyor bazen, Unuttutmuyor kendisini hiç.

İş yerinin bahçesinde 10 dk'lık bir yürüyüş yapıp geldim. İyi geldi.

Dün akşamki irmik tatlısından da arttıysa keyfime diyecek yok. :))

İşte böyle an gelir keyiflenip an gelir kederlenen ruhumla yaşamın bir zerreciği olarak hayata devam ediyorum.

Diyeceksiniz şu şarkıyı da ekleseydin de dinleseydik. Nasıl yapacağımı bilemiyorum. O yüzden  linkini yazayım dedim. İdare edin.

bebek şekeriyle kafam çok bozuk



Hamile kaldığımdan beri bebek şekeri bakıyorum. Herkes ''bebeğime ne giydirsem?'' ''ne yedirsem?'' diye düşünüyordur büyük ihtimalle. Ama ben ilk zamandan beri nasıl bebek şekeri yaptırsam, ''lavantalı mı olsa?magnet mi olsa? şekerler ne renk olsa? kaç çeşit yapsam?, kaç adet alsam?'' kuruyorum da kuruyorum. Çünkü sadece bu şeker konusunda kasılmıyorum, mutlu oluyorum. Malum benim çokça mutluluk hormonu salgılamam gerekiyor. :))

Neyse... İş yerindeki aşırı boşluktan faydalanarak internette bol bol geziniyorum, malzemelere ya da hazır şekerlere,  kısaca her şeye bakıyorum. Yine internette bulduğum bir magnet örneğini kızımın adına uyarlayarak yaptığım bir çalışma bu. Ama nerede ve nasıl kullanılacağı konusunda henüz çok fikrim yok. Bunlar denemeler. Hatta A4 kağıdına bassak ne kadar sayıda çıkar diye bile çalışıldı üzerinde. Belki şekerlemeye zımbalanır. Magnet olur belki. Bulduğum sitede magnet olarak yapılıyordu zaten. Fikirlerinizi ve varsa bildiğiniz güzel örnekleri benimle payşlaşın lütfen.

Sevgiler...

10 Mayıs 2012 Perşembe

eften püften insanlar



Eften püften insan tipi kendini çok akıllı ve her şeyin en iyisini düşündüğünü zanneden aslında dünyanın en sıradan, en basit düşünceli insanı olan,  insanı delirten bir mahluktur. Sürekli herkese akıl verir cücük beyniyle, beyin soğancığıyla.Sadece kendi düşündüğü doğrudur. Güya garibandır.

Mahluk diyorum çünkü konuşmalarıyla çileden çıkarır. Tıpkı Avrupa Yakasındaki Burhan Altıntop misali ''Dünyanın neresinde yaşıyor bu adam'' diye düşündürür. Zaten onun çantasına benzeyen bir çantayla gezer. Gıcıktır. Bir tane çakasın gelir suratının ortasına. ''Küüüttt'' diye



Dün akşam arkadaşlarınla güzel vakit geçirdiğini bile unutturur sabah erkenden. Yediğini boğazına dizer.   Güldüğünü unutturur. ''Hasbinallaaaaaahh'' diye bas bas bağırtır.'Deli mi Ne!!!''

''Hey Allahım aklıma mukayet ol.'' ''Az kaldı doğum iznine kadar dayan'' diye kendini teskin etmene neden olur. Ailen hakkında bile yorum yapar, iyice delirtir. Daha doğmamış çocuk için akıl verir, şöyle büyüt böyle yap diye. Kendisi mükemmel bir aile yaratmıştır çünkü (!) Sığ fikirlidir. Hem kendisi hem de çocukları için sığ fikirlidir.

Ortadan çatlayasıca adam diye bütün gün söylenmene, sövmene sebep olur. Hatta benim gibi sakinleşmek için oturup yazmana sebep olur. Yazarsın... O neyse de, bir de bunu paylaşmana sebep olur. Uzaya göndermeyince düşündüklerini ve yazdıklarını, rahatlamayacağını düşündürür.

İşte bu yüzden top evrende...

8 Mayıs 2012 Salı

Hakkımdaki 7 gerçek !!!


Penelope beni mimlemiş  . Hayatımda ilk defa mimlendim. 

Bu mimleme işine pek akıl sır erdiremesem, bloglarda gerek olmadığına inansam da bu sabah  gördüm ki birinin sizi hatırlaması hoş bir duygu. Çünkü ben, insanlar beni takip etsin etmesin,beğensin beğenmesin yazmaya devam edeceğim. Mimlerle ve hediye çeklişleriyle bloglarını dolduranlara da karşıyım. Abartmamak lazım diye düşünüyorum. Ama azıcığı güzel :))

Penelope  mesaj atmiş da mimlendiğimden haberim oldu. Yoksa blogger'da çok düzensiz dolanıyorum, üç hafta sonra da görebilirdim. :)) Ben de mimlediklerime mesaj atacağım :)) İnsan ya görmezlerse diye de korkuyor. Ay pek bir arsız yazıyorum, müzedeki hayalete döndüm.

Penelope ismi çok özeldir, sadakati simgeler. Buradan tekrar teşekkürler Penelope...

Gelelim hakkımdaki 7 gerçeğe...

*Aslında çok korkak olmakla beraber nedense bazen hiç olmadığım kadar soğukkanlı görünmeye çalışırım. Bunu yapmamın sebebi zor durumda olduğumda etrafımdaki insanların soğukkanlı bir şekilde hayatıma pozitif destek vermelerini istememle ilgili. Çünkü  negatif insanın ne kadar sinir bozucu ve insan yıkıcı olarak göründüğünü bilirim.

*Çok fazla hayalim var ama bazen herhangi birini bile gerçekleştirmek için hiçbir çaba göstermediğimin farkına varıyorum. Hem de hiçbirinin. Bu da benim bitip tükenmek bilmeyen tembelleğimden kaynaklansa gerek. Ve cesaret eksikliği belki de. Ama biliyorum ki sadece bir adım sonrası her zaman çorap söküğü gibi gelecek. Bir gün olacak.

*Hayatım boyunca gezmek istiyorum. Gezmenin para kazandırdığı bir işim olsun istiyorum Ama ne yazıktır ki çoğu zaman bir sokak öteye bile gidemiyorum. Böyle bir işi de bulamam herhalde bu saatten sonra. Süpürgesiyle her yere gidebilen bir cadı da olsam olur.

* Uzun zamandır aklımdan geçen en renkli şey doğacak bebeğim için renkli kurabiyeler yaptırmak Nedense bu fikirden kurtulamıyorum. Evin her yerinden kurabiye taşsın istiyorum. Yemeyi çok sevdiğim için olabilir mi :))

*Bazen gözüm hiç birşeyi görmüyor. Bir evi bile tutuşturabilirim Bu halimden ben de korkuyorum. Tanrıdan sakin bir insan olmayı diliyorum.

* Bloğumda daha fazla zaman geçirmek ve aslında hayatımla ilgili her detayı yazmak çizmek, ne gördüysem paylaşmak istiyorum ama ''seçici olmakta yarar var sapıtma bu kadar'' diye konuşan biri var içimde o durduruyor beni. Ama haksız olduğunu da biliyorum. 

*Ve aslında herhangi bir yazarlık kaygısı olmadan takipçi sayısı gütmeden bir yerlerden yayın yapıyor olmaktan çok zevk alıyorum. Bu tam ''kendin söyle kendin işit seremonisi'' ama olsun. seviyorum.

*Bu son, sekiz oldu biliyorum. Buraya ilk aklıma gelenleri yazdım. Ve şu an iş yerinde aklımdan geçenleri. Ne yaparsam yapayım çok düşünmeden, mantığımdan biraz uzak ve daha çok kalbimle karar verdiğimin bilincindeyim. Bu bilincimi seviyorum.

Ben kimleri mimlesem? Aklıma ilk gelenler severek okuduklarım. Ama aslında beğenip takip ettiğim yüzlerce blog var. İnanın aklıma gelmiyor şu an iş telaşından. Hadi bakalım buradan yakın.



5 Mayıs 2012 Cumartesi

Derdi nedir bu ilkbaharın?



Halil Sezai'nin ''Sonbahar''ını dinlerken hep hüzünlendik kış boyunca. Havalar soğuk, işler de yoğundu. Şimdiyse bahar. Hatta Mersin'de baharı geçip direk yaza girdiğimizi söyleyebiliriz. bugün. Az önce kafamı dışarıya çıkarttım bir kaplumbağa misali ve hemen geri soktum serin yuvama.

Sıcak....

Daha da sıcak olacak.

Bu nedenle ben yatak odasına klimayı mart ayında taktırdım. Ne yalan söyleyeyim korkuyorum kendimden bu yaz. E malum daha önce hiç hamile olarak 40 derece sıcaklık görmedim. Etrafımda başka hamilelerde olsaydı kendimi daha rahat hissederdim sanırım. Ama herkesler benden önce çocuk sahibi olduğu için yalnızım.:))


28 Nisan 2012 Cumartesi

Dekorasyonda ''Fiskos'' Sehpanın Önemi...

Dekorasyonda adı bundan daha güzel parça var mıdır? Fiskos...

Fiskos sehpa evlerimizde çoğu zaman gelişigüzel bir köşede, işlevsiz bir şekilde durur. Üzerindeki biblo sayısı o kadar çoktur ki bir fincan kahve koyacak yer kalmamıştır. Halbuki asıl amacı; en az iki kişinin,  evdeki herkesten küçük bir kaçamak yaparak önemli  ya da gizli konuşmalar yapmasını sağlamak hatta küçük dedikodular yapmasına vesile olmaktır. :))  Yani adı boş yere ''fiskos''konulmamıştır. Bu hem Türk kültüründe hem de başka kültürlerde ihtiyaç duyulan bir durumdur. Dedikoduyu duyunca bozulacak birşey yok hepimiz yapıyoruz. :)) 

 Fiskos sehpa bazen evlerin tavla köşesi olur. Yenilen, koltuğunun altına tavlayı sıkıştırıp çayları tazeler...

Bazen anne ve baba bazen iki arkadaş bu küçük masanın iki yanındaki rahat koltuklarda oturup ellerine kahvelerini aldığında yanlarına yaklaşılmaması gerektiği diğer aile bireylerine daha çocukluktan itibaren  öğretilmelidir ki, bireylerde de bazı konuların daha kapalı ve özel kalması gerektiği kavramı oluşsun. Günümüzde herşey fazlasıyla açık yaşanıyor zaten.

Eski formları beğenmiyor olabiliriz ama günümüzde dekorasyonda seçenek çok fazla...

Klasikten kurtulmak istiyorsanız cam bir fiskos edinebilirsiniz.

Ya da kendiniz boyayıp daha özel kılabilirsiniz. Eski fiskos sehpanızı tamamını beyaza boyayın...İsterseniz üzerine desenler de yapın...

Ayakları ahşap kalsın, masa bölümünü deri kaplayın...

Gösterişi sevenlerdenseniz altın ya da gümüş rengine boyayın...

Kral Arthur'un izlerini taşıyan bir sehpaya ne dersiniz?

İki tane bambu koltuk bir de küçük bambu sehpa da çok güzel bir hava katar fiskos köşenize.

Daha dinamik, kapaklarının içinden tavla ve satranç tablası çıkan sehpalar da oyun düşkünleri için çok ideal.
Bu sehpayı bulabileceğiniz adres http://www.mobilya.net/







Sedef kakmalı bu sehpalar da çok şık...







Dekorasyonda retronun yoğun olarak kendini gösterdiği şu zamanda fiskos sehpanın da yeniden şekil bulduğu bir yerler olmalı...
Günümüzde demode olarak görülen ve artık evlere girmesi pek tercih edilmeyen fiskos sehpa, bu  yönleriyle düşünülmediği için mi  modern dekorasyon anlayışında kendine yer bulamamıştır?

İzin Dönüşü


Merhaba Herkese.....

8,5 gündür zorunlu yıllık izin kullanımından sonra bugün işe tekrar başladım. Her şey bıraktığım gibi. Gerginliğinden hiçbir şey kaybetmemiş.

İzindeyken ne yaptığıma gelince; yattım, uzandım, dinlendim ve yemek yedim. Gayet sıradan ama çok dinlendiriciydi ve dinlenmeye çok ihtiyacım vardı.

Bu sıralar iştahım açılmaya başladı. Çocuk gibiyim; biri güzel yiyeceklerden bahsetse canım çekiyor. Hamilelik böyle bir şey mi???

Bu arada bebeğimin ilk kıpırtılarını anlamaya, ayırt etmeye çalışıyorum. İlginç bir hafif batma hissi gibi. Hala tam ayıramıyorum. Hamileliğimin 20 haftasını geçiriyorum şu sıralar. 40'dan düşünce neredeyse yarısı. Umuyorum rahat ve sorunsuz devam eder. Umut etmek bir yana her gün dua ediyorum kızımı sağlıkla dünyaya getirebileyim diye.

Lütfen Tanrım, yeri gelmişken tekrarlıyorum. ''Lütfen...Sen her dileğimi zaten biliyorsun''

***

Bu yazıya dün ara vermiştim. Bugünse cumartesi. 14:30'a kadar işteyim bugün. Yine de adı cumartesi ya bu da yeter. Sabah hep beraber güzel bir kahvaltı yaptık  arkadaşlarla. Çok yemişim, yerimden kımıldayamıyorum şu an. Altın vuruşu Zeliş'in bana özel yaptığı içi çikolatalı poğaça ile yaptım. Çok mutluyum o yüzden.

Herkese sevgiler.

19 Nisan 2012 Perşembe

Mersin Mimozaları

 Mimozaların arkasından denize bakmak gibisi yok...


18 Nisan 2012 Çarşamba

Çiçekli Havlular

 Uzun, çok uzun zaman önce yaptığım havlu süslemelerini paylaşmak istedim. Gümüş ve altın simli çiçekler halamın evini karıştırmaca sırasında bulunmuştu. Siyah çiçekleri kimin ördüğünü hatırlamıyorum. Ben de örmüş olabilirim.:)) Havlulardan büyük beyaz olan 2 TL'ye alınmıştı. Küçüklerin ise tanesi 1 TL idi. Havlu kaliteleri hiç fena değil.

Sırada büyük boy turuncu, turkuaz ve krem rengi havlular süslenmeyi bekliyor. Kaç sene sonra yaparım bilmiyorum. :)) Bugün rahatça blog yazmamın sebebi de izinli oluşum zaten. Aslında daha çok, daha çok yapmak ve yazmak istiyorum :)) Fırsat olmuyor ne yazık ki.

Çarşamba izninden iyi akşamlaaaaarrrrr :))




16 Nisan 2012 Pazartesi

Eski monitörden de saksı olurmuymuş demeyin. Alem yapmış...Olmuş



Yer Mersin.

Elektronik işleri yapan bir dükkanın önü.

Yaptığı işle beraber düşünüce manzara çok manidar.

 Birçok şeyden saksı yapıldığını gördüm de -eski elektrik süpürgesinden bile- ama bilgisayar monitörü hiç aklıma gelmezdi. Bu fikrin sahibini gerçekten çok tebrik ediyorum.Yaratıcılığına hayran kaldım.

Bu arada elektrik süpürgesini buradakiler gibi Amasra'da görmüştüm ama nedense blogda yayınlamamışım. İlk işim onu da yayınlamak olacak.

 buradakiler ise yine Mersin'den. Bir bakın derim.


14 Nisan 2012 Cumartesi

Uğur böceği kanepeler

Dünyanın en cici kanepesi bunlar olsa gerek.

Yapımı da gayet kolay. Biz bunları geçen akşam yedik ablamın ellerinden.

En altta yuvarlak kraker var. Onun üzerinde krem peynir veya yumuşak beyaz peynir sürülüyor.

Krem peynirin üzerine ikiye bölünmüş cherry domatesin yarısı...

Araya da bir yaprak maydonoz.

Uğur böceğinin kafası yarım zeytin, benekleri ise zeytin ezmesinden.

Biblo gibi bir görüntüsü var. Görünce insanın çığlık atası geliyor sevinçten.


13 Nisan 2012 Cuma

Blog adımı değiştirdim. Zordayım :((

Blog adımı değiştirdim ama kafam iyice karıştı. Zaten çok iyi anlamadığım bu iş sonrası ''Zuhalin Müzesi'' olarak kendi blogumu bulamıyorum. Bazı şeyler hala içimdeki ekip adıyla çıkıyor. Google'a içimdeki ekip yazınca blog kapandı diyor okey ama Zuhalin Müzesi olarak da görünmüyor, bulunmuyor.

Biraz bekliycem böyle bakalım ne olacak. Ne yapmam gerektiğini bilen varsa söylesin lütfen.



Not: Kimsecikleri beklemeden, ne yapabilirim'i düşünmeden blog adımı tekrar eskisi gibi yaptım. Oh be. dünya varmış.(aynı gün kısa bir süre sonra sonra)

Her gün 1 elma





Hamile kaldığımdan, daha doğrusu mide bulantılarım başladığından beri en rahat yediğim şeyler elma ve havuç. Midem artık oldukça rahatlasa da her gün 1 elma yemeye devam ediyorum.  Elmanın faydalarını bir hatırlayalım.



Elmanın Faydaları:
Elma Cildin taze ve güzel kalmasını sağlar.
Elma Sinirleri ve adaleleri kuvvetlendirir.
Elma Bedeni ve zihni yorgunluğu giderir.
Elma Hamilelerin bulantı ve kusmalarını azaltır.
Elma Şeker hastaları için faydalıdır.
Elma Hastalıkların çabuk geçmesini sağlar.
Elma Böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine yardım eder.
Elma İdrar söktürür, vücutta biriken zararlı maddelerin atılmasında yardımcı olur.
Elma Kompostosu ateşi düşürür.
Elma Kandaki şeker miktarını düşürür.
Elma Kanı temizler. Kolestrolü düşürür. Damar sertliği ve kalp krizlerini önler.
Elma Dizanteri ve paratifoda iyileşmeye yardımcı olur.
Elma Kabızlığı giderir.
Elma Uçukları geçirir.
Elma Göz ve kulak ağrılarında  da kullanılır.
Elma Öksürüğü keser.
Elma Susuzluğu keser.

Peçeteden Notlar'da Cupcake Lamba


Merhabalar hafta sonunun kapısı olan güzel cumadan... 

Merhabalar derken çok da keyfim yerinde sanılmasın. Çok sıkıldım son bir haftadır iş yerinde. Bazen bebeğimi dünayaya(inşallah) getirdikten sonra aynı iş yerine dönmeyeyim diye düşünüyorum. Bazen vazgeçiyorum, bazen bilmiyorum, bazen çok kararlı oluyorum, bazen yeter artık benim de dünya kadar hobim, zevkim vardı neden onlara zaman ayıramıyorum diye hayıflanıyorum. Ama tam bir kendin söyle kendin işit.

Derken bu sabah Ayşe Öztaş'ın Peçeteden Notlar sitesinde yaptığı ''Cupcake Lamba''yı gördüm. Dedim ''harika, bundan yapmalı, çabuk bir yerlere resmi kopyala, siteyi kopyala.'' Sonra dedim otur da bloguna kopyala, bloğu açta şu huzursuz iş yerinde iki dakikacık kendi keyfinle ilgilen.

Sonuç; oturdum yazıyorum işte.

Sonra düşündüm resimlerini de koysam kızar mı? Kendi kendime karar verdim; Hayır.

Ben resimleri kendim için koyuyorum bu yazıya, unutmak istemiyorum çünkü, bu lambadan yapmak istiyorum. Siz Peçeteden Notlar'dan bakabilirsiniz. Oradaki anlatım gayet güzel.

Kağıt lamba,cupcake kağıtları ve slikon tabancası gerekli sadece. Maliyeti çok az ama sonuç mükemmel.

Kapıdan bay bay.






7 Nisan 2012 Cumartesi

Bebek ve Çocuk Halıları


Miniğimle ilgili hayaller kurarken bulduğum bebek odası halılarından bazılarını paylaşmak istiyorum. 

Hepsi çok cici. Hepsi çok güzel...

Rastladığım markada halı seçenekleri çok çeşitli, sadece çocuklar için değil, ama ben bebek ve çocuk halıları bölümünde takıldım. 

Siz isterseniz buradan hepsine bakabilirsiniz.