Zuhal'in Müzesi

24 Kasım 2012 Cumartesi

Bebek Anı Defteri




Uzun zamandır bloga koymaya çalışıyorum bu defteri ama olmuyor. Günlerim Deniz Lal'den sonra hep aynı, hep yoğun, hep ilginç.

Ertesi gün doğuma gidecek olmama rağmen yani 11 Eylül günü ''Aman ne gerek var'' dediğim anı defterini aniden yapmaya karar verdim. Hemen sıradan çizgisiz bir defter aldırdım. Daha önce başka bir çalışma için  kesilmiş olan beyaz keten pantolonun kumaşıyla kapağını kapladım ve etrafına pembe kurdale ile çerçeve yaptım. Geri kalanı ise canın ne isterse yapıştır durumu.Hatta doğum için yaptırdığım bebek şekerlerinden birinin lavantasını söküp en üste yapıştırdım. Böylece bebek şekeriyle konsept bir çalışma gibi göründü. Çiçekli kalpler eski bir etekten kesildi. Biraz da pembe boncukla bu iş bitti.

Kalem ablam tarafından yapıldı. Elindeki pembe tükenmez kalemin tepesine içi elyaf dolu minik kalbi yapıştırarak yaptı. Bence çok güzel bir ikili oldu.

Herkese böyle özel günlerde anı defteri edinmelerini tavsiye ederim. Hem çok keyifli oluyor hemde bebeğinize bırakacak bir hatıra daha oluyor.

21 Kasım 2012 Çarşamba

ANA ADI: ZUHAL

12 Eylülden beri resmen anneyim. Nüfus cüzdanındaki ana adı bölümünde adımın yazdığı bir kızım var. ANA ADI: ZUHAL yazıyor. Devlet resmen beni anne olarak atadı ama ben kendimi tam olarak atayabildim mi? Hala eksik birşeyler var. O kadar yorgunum ki, bu yorgunluk mu böyle hissettiriyor bilmiyorum. Cicim nerdeyse 1 saattir uyuyor ve ben yemek yapmak ya da evdeki diğer eksikleri tamamlamak yerine Gossip Girl seyrederek blog yazıyorum. Çünkü şu sıralar kendimi ifade edebileceğim tek yer burası. Uzun bir sürede öyle kalacak gibi. 1 yıl çalışmama kararı doğru bir karar mıydı bilmiyorum ama sanırım işe gitmek istiyorum. Yoksa kızımdan kaçmaya mı çalışıyorum? Neden bebeğim doğar doğmaz tüm annelik hormonlarım normal çalışmadı ki sanki. Benim diğer annelerden neyim eksik? Çok mu fazla kendimi düşünüyorum? Sorular, sorular, sorular...  Bütün gün emzirmekten mama yapmaktan ve kaka temizlemekten başka birşey yapmıyorum. ha bir de cicimi huysuzlandıkça omzumda taşıyorum ve aynı pozisyonda gazını çıkartıyorum. Bu yüzden sağ kolumun ağrısı hiç geçmiyor. ''Bebek taşırken kol da ağrır mı canım?'' demeyin. 4.150 kg bebek çıktı benim içimden. Bir yandan da büyüyor malum. Akşam babasının kucağına nasıl verdiğimi anlamıyorum vallahi. Aslında cicim çok huysuz değil, bakmayın öyle dediğime. Benim derdim kendimle. Yoksa benim kuzum dünya tatlısı. En iyi arkadaşım o olsun istiyorum. Umarım bunu başarabilirim. Tabi ilerde. Bu doğum sonrası zımbırtısı hafifleyip de onun bakımına alıştıktan sonra. Kendime zaman ayırabilmek istiyorum. Bu durumda konu zaman yönetimine dayanıyor elbet. Herhalde ben bunu beceremiyorum.Becerebilen varsa bana bir yol yordam göstersin. Doğumdan sonra nasıl başa çıkmış herşeyle bi anlatsın gözünü seveyim...

Not: Aslında daha çok yazmak istememe rağmen yazmaya başlayınca pat pat pat herşeyi anlatmak istediğimden yazılarım bir tuhaf ve karmaşık oluyor. O yüzden kısa kesiyorum. 
Bu da okuyana kıyağım olsun :))

16 Kasım 2012 Cuma

saplantılı ve korkak bir anne miyim? peki düzelir miyim?

Bebeğim geceden beri uyuyor. Gerçi beslenmek için falan uyandı birkaç kez ama hala uyuyor. Neredeyse öğlen oldu. Karnı aç değil biliyorum o yüzden uyandırmaya da kıyamıyorum. Uyusa dert ediyorum, uyumasa da dert ediyorum. Annelik böyle mi yahu. Her ne kadar bilinçli ve aklı başında davranmaya çalışsam da olmuyor. Bir nokta da aç mı tok mu, neden uyuyor ya da uyumuyor moduna fena halede saplanıyorum. Aslında bakarsanız bebeğimin acıktığında ağlamayacak kadar edepli olduğunu bile düşünmeye başladım. Bunu kime söylesem yüzüme garip garip baktı. ''O kadar da değil'' diyerek. Ben aç olduğunu düşünüyorum ya o an ne yapayım aç ama ağlamıyor olabilir diyorum işte.Ay ay ay ay vallahi annelik ne zoooooooorr. İmdaaaaaaaaatt.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yumurta buzdolabında nasıl saklanmalı?


Bu sabah televizyonu açtığımda ''Doktorum'' adı verilen sevmediğim program vardı. Sevmem çünkü hastalığı hatırlatır. Tedbirli olmaktan ziyade son aşamada doktora gitmek isterim ben de. Korkarım doktordan çünkü. Hele o adam bütün programı yeşil doktor kostümüyle sunuyor ya içim ürperiyor. Bu nedenle tırsarım böyle programlardan. 

Neyse uzatmayalım. Taylan Kümeli vardı ekranda. Vallahi ne yalan söyleyeyim görür görmez düşündüğüm ilk şey ''diyetisyen ama kilo mu almış ne?'' oldu. O da insan, o da kadın. İki çikolata bir gofret yiyordur herhalde arada bir.

Neyse demiştim değil mi?

Verdiği pratik bilgi çok önemliydi. Yumurtaları buzdolabında mutlaka kendi kabında saklamamızı öneriyordu.   Buzdolaplarında bulunan yumurta rafına dizmeyin diyordu. Çünkü yumurta oldukça bakterili bir ortamda üretiliyor ve buzdolabında açıkta kaldığında bu bakterileri içeriye yayma riski artıyor.

Ben bu bilgiyi neden sevdim?

Çünkü yumurtaları buzdolabındaki şu gıcık delikli bölüme dizmeye hep üşenirim. Bizde en az birkaç gün kutusunda kalır zaten. Hatta bazen kutudan çıkartamadan biter.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Bebekten sonraki kitap okuma arzusu


Amerikalı oyuncu Brooke Shields'i bilmeyen yoktur. Hani şu ''Mavi Göl'de oynayan. 2003 yılında bir bebek sahibi olduktan sonra yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazmış.

Bu kitabı doğumdan çok kısa bir süre sonra henüz annem bizdeyken üzerime hiçbir giysi olmadığı, daha doğrusu ya çok bol ya da çok dar oldukları için alış veriş merkezine kısa bir tur yaptığımda Media Markt'ın az satanları 5 tl reyonuna koyduğu bölümden aldım. Yeni doğum yapıp henüz afallama döneminde olunca hemen dikkatimi çekti. ''Bebekle beraber okuyamam ama alayım bari'' dedim. 

Eve geldim elimden bırakamıyorum. Deniz lal'in karyolasını ayağımla sallayıp elimle kitabı tutuyorum, o derece. Edebiyat harikası değil elbet ama yeni doğum yapmış kadın için ideal.

Ama asıl şaşılacak konu doğum iznine ayrıldıktan sonra bile hiçbir kitaba konsantre olamayan bendenizin evde mini mini bir bebek varken ısrarla kitap okumaya çalışıyor olması. Okuyorum da hala... Bitmesine az kaldı. Araya bayram tatili falan girdi. Sonlarındayım şimdi. Ve sırada Elif Şafak'ın ''Siyah Süt''ü var. Bir an önce almalıyım.

7 Kasım 2012 Çarşamba

bir bebeğim oldu...olanlar oldu...

Merhabalar.

Artık anneyim. Ama nedense üzerimde biraz eğreti mi duruyor ne?. Minik bebeğim doğalı bugün tam 1 ay oldu ve ben yeni yeni kendime geliyorum. Çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bunun nedeni belkide 35 yaşında anne olmamdır. Ama ne tuhaftır ki 35 yazarken hiç orta yaş gibi gelmiyor, sanki daha gençmişim gibi.

Anne olmak çok zormuş. Gerçekten çok zormuş. Eşim ben hamile kaldıktan sonra ''babalık çok zor'' der dururdu gırgırına. Adam belki o zamandan zorlanmaya başlamıştır, ama sanmam, şu an gayet rahat. Nedense!!!

12 eylül çarşamba günü  sabah saat 07:00'de doktorumun da tabiriyle hastaneye  TESLİM OLDUK.
 Elimizde iki valiz, bebek şekerleri, taşıma puseti, çikolatalar falan.Cümbür cemaat. Yani ben(mecburen), eşim, annem, ablam ve eşimin kardeşi. 419 numaralı odaya yerleştik. Odaya girdikten çok kısa bir süre sonra bir hemşire gelip beni yatağa bağladı. Bağladı diyorum çünkü pembe bir önlük verip giymemi ve yatağa uzanmamı söyledi.  Önlüğün arka düğmelerinden sadece bir tanesini bağlayabildik nasıl olsa yatacaktım ya ''gerek yok'' dedi. Hemen ardından sol el bileğimden bir iğne sokarak birkaç aparat takıp bir serum bağladı, böylece beni de yatağa bağlamış oldu . Bense buna hiç hazır değildim. 09:30'daki doğum için neden sabahın köründe serum almaya başlamıştım ki. Daha aylar öncesinde aldığım balon ve diğer süslerle odayı süsleyecektik. Bu arada  gergindim de. Malum hayatımda daha önce hiç bayılmamıştım bile. Ama bugün epidural anesteziyle bir bebek dünyaya getirecektim. Kendimle ilgili gerçekten kaygılıydım,, korkuyordum.

Ben yatağa bağlandığıma göre eşim, ablam ve eşimin kardeşi balonları şişirmeye ve odayı süslemeye başladılar. Onlar benim istediğim yapamadıkça ben homurdanıp durdum. Saat dokuza kadar böyle harala gürele geçti. Süslemelerle fotoğraf çektirdik. 09:30'da inişe geçeceğini düşündüğümüz göbeğimle son fotoğraflar...

Saat 09:00'da iki hemşire gelip ''gidiyoruz'' dedi. Ben ikinci şoku yaşadım. Daha yarım saat vardı, niye hemen gidiyorduk? Ameliyathaneye ne zaman gideceğimi düşünüyorsam... Zaten odadan çıkıp ameliyat masasına yatana kadar bayağı zaman geçiyormuş. Bu arada fotoğraf derdine düştüm ben kim fotoğraf çekecekti. Eşimi de ameliyata almak istemiyorlardı. Allahtan hemşireler bu konuda deneyimli. Ameliyathanede çekebileceklerini söylediler. Fotoğraf makinesini ve bebeğin giysilerini ayak ucuma koyup beni yattığım yatakla beraber götürmeye başladılar. Bu aşamada ben iyice koptum. Asansöre binerken korkudanmıydı bilmiyorum ağlamaya başladım. Herkes arkamdan bakarken neye uğradığımı şaşırırım elbet. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete misali neyle karşılaşacağımı bilememenin korkusuyla...

Ben neden diğer anneler gibi yaşasın birazdan bebeğimi kucağıma alacağım diye düşünemedim bilmiyorum. Hala onun sağlıklı bir şekilde doğmasından başka birşey istemiyordum ki. Doğuma kadar içimde kıpırdandı bebeğim. Sabırsızca. O her kıpırdandığında  ''oh be iyi olmalı'' diye düşündüm hep. Malum... Hamileliğimin ilk başında onu kaybedeceğimizi sanmıştık. Buralarda yazmadım ki o günleri nereden bileceksiniz.

Asansörle aşağıyamı indik yukarı mı çıktık bilmiyorum ama ameliyathaneye geldik işte. Burası bir gün önce anestezi uzmanıyla tanışmaya gittiğimde onunla konuştuğum yerdi. Kendisine beni üst üste 8 bira içmişim gibi yapmasını söylemiştim. Bana tuhaf tuhaf bakmıştı. Engin de adamın benim deli olduğumu sandığını söylemişti. Evet belkide deliydim. O zaman değilsem de şimdi ve bundan sonra öyle olmaya çok müsaitim.
Anestezi uzmanının çılgın veya beceriksiz olup beni pelt etmesinde hep korktum ne yalan söyleyeyim. O yüzden kendisiyle önceden tanışmak hoşuma gitti. Gözüm tutmuştu. Gerçi kendisi bana doğumda anesteziyi uyguladıktan ve beni teknikerine emanet ettikten sonra muhabbetimi dinlemeden kaçtı ama neyse. Zaten çok konuşkan değildi. Kendisinin adı Ali, teknikerinin adı Ayşe'ydi.

Nerede kalmıştık.. 

Ameliyathane kapısında kurbanlık koyun gibi sıramı beklemeye başladım. Bu arada beynim bayağı bir bulanıktı. Demek ki sabahın köründen beri aldığım serum da benim kafayı biraz güzel yapmıştı. Yoksa ben nasıl o kadar serinkanlı bekleyebilirim ki orada. Çalışanlardan biri sıramı beklerken fotoğrafımı çekti sağolsun. Belkide ben istemişimdir, hatırlayamıyorum. Ama fotoğraf da çok trajikomik. Çektiği ilk fotoğrafta amelliyathane kapısına yeni geldiğim için hala ağlıyorum, bir saniye sonra ise fotoğrafımın çekildiğini anlayıp o şişmiş suratımla gülümsemeye çalışıyorum. Bunu yapabilen yaratığa kadın deniyor biliyorsunuz :)) Bu anları blogumda da çok net çıkmamış iki resimle ölümsüzleştirmek istedim. :)) (Bknz; aşağıdaki resimler)  Fotoğraf işimizde bitince sıra bana gelmiş olacakki hastabakıcı yanıma geldi yatağın kenarına benim evde alaturka tuvalete koyduğum terliklere benzeyen ve en az 45 numara olduğunu düşündüğüm bir terlik atıp''in ve bunları giy'' dedi. bende safım ya ''yürüyerek mi gideceğim diye sordum. ne bileyim. Doğuma yürüyerek gideceğimi düşünmedim. Garipsedim. Aynı anda terlikleri daha önce kaç kişinin giymiş olabileceğini de düşündüm ama bu düşünceyi hemen unutmayı tercih ettim. Zira düşünülecek başka birşey daha vardı. Tamam ben inip yürüyeyim ama kıçım açık. Sabah odada giydiğim pembe önlüğün arkası nerdeyse tamamen açık.  İnerken bunu hatırlayıp bir elimle kıçımı kapatmaya çalıştım. Rezalet yani. O halimle , karnım burnumda doğurmak üzereyken arkamın açık olduğu nasıl aklıma geldi hayret.

Ameliyathane diye geldiğim yer de hiç televizyonda gördüklerime benzemiyor.  Şu gıcık doktorlar dizisinde gayet soğuk ve korkunç görünümlü ameliyathaneler var. Ben ne bileyem hepsini öyle zannediyorum. Burası ise gayet büyük, ameliyathaneden çok bir ofise benziyor. Ameliyat masası da çok küçük göründü gözüme.. Ben çok iriyim ya ondan herhalede... Neyse kıçımız açık gittik ameliyat masasına oturduk.  Bir baktım Umut Bey. Benim doktorum.  Ben de tam nerde olduğunu soracaktım. Bana merhaba nasılsınız diye sordu ama ben ne cevap verdim hatırlamıyorum. Ardından ilk söylediği bütün gece benden telefon beklediği oldu. ''Her an doğum başlar ve beni ararsınız diye düşündüm'' dedi.  Niyeki acaba? O kadar şişmiştim ki her ana patlayabilirim diye düşünüyordu demekki. 39. haftayı görmeden bebeği almak istemiyordu ama bana baktıkça hep her an doğum başlayabilir diye düşünüyordu. Son iki hafta nerdeyse 2 günde bir NTS'ye girdim. Suyum gelirse ya da başka bir doğum belirtisinde onu mutlaka aramam için beni sıkı sıkı tembihliyordu. Aramaz mıyım, zaten öyle aniden doğumum başlasa dünyayı ayağa kaldırırdım heralde. İyi ki öyle birşey olmadı, çok korkardım.

Doktorcumla bu kısa muhabbetin ardından hemen yanımda anestezi uzmanı ve yardımcısı belirdi.belimden iğne yapıldı, acımadı. Ardından anestezi uzmanıyla aramda geçen muhabbet şu şekilde;

Anestezi Uzmanı: Bacaklarında bir sıcaklık hissediyormusun?
Ben: Evet ama sadece sol bacağımda
Anestezi Uzmanı: Birazdan diğerinde de hissedeceksin
Ben: Evet onda da hissediyorum.
Anestezi Uzmanı: Şimdi uzan.
Ben: Kendim uzanamam bacaklarımı kaldıramam.
Anestezi Uzmanı: Biz sana yardım edeceğiz.
Yattım. Yatar yatmaz ameliyathane ekibi hemen yeşil bir perdeyi ışık hızıyla gözümün önüne indirdi. Oldukça yüksekti doktorun yüzünü bile göremedim.
Ben: tamamen uyuştuğma emin misiniz.
Anestezi Uzmanı:  Merak etme biz onu kontrol edeceğiz.
Ben: Birşeyler sürülüyormuş gibi hissesidyorum. Uyuştuğuma eminmisiniz?
Anestezi Uzmanı: Merak etme biz onu kontrol edeceğiz.

Çok kısa bir süre sonra bebğimin ağlama sesini duydum Ağladığına göre sağlıklı diye düşündüm ve rahatladım. Sağ salim dünyaya gelmişti. Ne kadar tuhaftı onun sesini duymak, ağlayışı ne kadar garipti. Dünyaya adım atmıştı ve direk ağlamaya başlmıştı. Sesi uzaktan geliyor gibiydi. O ağlarken bir yandan sanki az öteye bir yere götürülüyor gibi. Tabiki temizlik ve ilk muayene için aynı büyük odanınbaşka tarafına götürülmüş olmalıydı. Bu aşamadan sonra sıranın benim dikişime geldiğini biliyordum. Bu arada Ayşenin elinde bir iğne gördüm
Ben: Beni uyutacak mısın?
Ayşe: Hayır sadece biraz daha rahatlatacağım
Ben: Beni uyutacak mısın?
Ayşe: Hayır sadece biraz daha rahatlatacağım

Evet burada yazdığım gibi herşeyi ikişer defa soruyordum.İlk cevapları tatmin etmiyordu. ama bu sağlıkçıların hepsi çok temkinli anacım. Soruyu hep aynı cümleyle cevaplıyorlar. Ayşe beni rahatlatt mı uyuttu mu şu an bile şüpheliyim, bilmiyorum. Kafam o kadar güzel ki orada bacaklarımı kesip yanıma koysalar umrumda olmazdı. Bizim Ali Bey(Anestesi Uzmanı) 8 birayı 16 mı yaptı nedir? Bu sırada ben beni diktiklerini bilerek ama umursmayarak kafamı sola çevirdiğimde gördüğüm saate gözümü dikerek bekledim 09:30 da bebeğim dünyaya gelmişti. 10:00 dan sonrada benim dikişim bitmişti sanırım. Ya da daha kısa sürdü. Kahretsin bunların hepsi biraz bulanık. Ama doğumla ve bebekle ilgili en rahat zamanlarım ameliyathanede geçirdiğim zamanlarımmış. Odaya çıkıpta 1-2 saat sonra ağrılarım başladığında aylardır beklediğim ve hazırlandığım tüm güzel seramoni yavaş yavaş bir cehenneme dönüştü. Hemşirlerden kaç tane ağrı kesici yapmalarını istediğimi hatırlamıyorum.Ve tabi bebeğin emzirme seramonisi de hüsran.  Zaten bebişim 4.150 kg dünyaya geldiği için hypoglisemiden şüphlenerek mama ve şekerli su verip bir dizi test yaptılar. Neyseki birşey çıkmadı. Bu arada biz de bütün gün emzirme savaşı verdik ama emzirmedikçe hemşirelerden mama takviyesi istedik, aç kalmasın diye. Deniz Lal'in beslenmesiyle ilgili hala kafam karışık. Sütüm 8. gün azıcık gelmeye başladı ve hala yetersiz. Ama o artık beni şarıl şarıl süt geliyormuş gibi emiyor. Bir mama bir meme veriyorum sırayla. beslenme konusu ayrı bir yazı olur hiç dalmak istemiyorum bu konuya.

İşte böylece Deniz Lal doğdu. O gün, gelsin dostlar gitsin dostlar derken akşam oldu. Eve gelişimiz ve sonrası başka yazıda artık. Bebecik ne zaman izin verirse...




Tekrar Merhaba. Yukardaki yazıyı yazalı neredeyse 1 ay oldu ama düzeltip yayınlamam biraz zaman aldı. Bebekli hayat... malum... Deniz Lal 5 gün sonra 2 aylık olacak ve  maceralarımız devam edecek :))