Zuhal'in Müzesi

17 Aralık 2011 Cumartesi

Leyla'nın fiyonklu şişesi ve benim ''esse'' bardak

İş arkadaşım Leyla...

 Gıda mühendisidir kendisi. Masasında görünce çok hoşuma gitti mutlaka paylaşmak istedim.



Sen al meyve suyu şişesini işyerine getir.  Bir de boynuna herhangi bir yerden eline takılan kurdeleden fiyonk yap. Kadın işte...

İnce fikirli , herşeye bir güzellik katmak isteyen kadın...

Kutluyorum arkadaşımı.

Bu alttaki benim masamdaki su bardağım. Önümüzdeki günlerde iş yerinde daha fazla zaman geçireceğimi öğrendiğimde aldım.:((

 Esse'den...

Rengi şeffaf yeşil.  Fotoğrafdan pek belli olmayabilir üzerinde deniz kabuğu, deniz yıldızı kabartmaları mevcut.



Herkese keyifli işler...

Zuhal, cumartesi cumartesi akşam 17:00 'a kadar çalışacağı işyerinden bildirdi...

27 Kasım 2011 Pazar

Günün mottosu: pazar pazar düşündüğün şeye bak

eve gel işe git eve gel işe git eve gel işe git eve gel işe git eve gel işe git.......................................................

Bunu yazarken bile sadece 7 harf ve 4 sözcük kullanıllabiliyorken, yaşarken içi ne kadar doldurulabilir?




29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun...



CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN


Ama biri çıkıp açıklasın;törenler neden iptal edildi? Önceki bayramlarda zil takıp oynuyor rmuyduk? Geçit töreni yapmak depremzedelere ve şehitlere saygısızlık mıdır? Yoksa hatırlamak ve hatırlatmak mıdır vatanın bütünlüğünü? 

Superman Batman'e karşı (Kitap Tutucu)



SUPERMAN çocukluğumdan bu yana kahramanımdır. Ama benim için birşey yapsın istemedim hiç. Ben sadece onun gibi uçabilmek istedim. Kırmızı bir pelerinle... Sol kolum ileri uzanmış, fonda parçalı bulutlu ama açık bir gökyüzü ve saçlarım uçuşuyor...

 Nasıl ama? Ahh. sevgili Clark Kent... 

Farkındaysanız BATMAN'i çok umursamıyorum. O da kendi çapında önemli bir kahraman ama benim işin SUPERMAN'dan daha önemli değil. Pelerini yok bir defa.

İkisi bir arada böyle bir tasarımda çok anlamlı. Bulsam alırdım.

Güzel cumartesiler...

7 Eylül 2011 Çarşamba

Banyo yenilenince...(Geri dönüşüm)

Bayramda kısa bir Amasra turu yaptık.Sokak sokak gezdik neredeyse. Bahçeli bir  evin önünden geçerken gördüğüm bu detayları paylaşmak istedim.

 Belli ki evin banyosu yenilenmiş ama banyodan sökülen eski malzemeler atılamamış, değerlendirilmiş.

Geri dönüşüm konusunda hassasım. Daha önce de buradaki yazımda birkaç değişik saksı kullanımı göstermiştim.Bazı malzemeler sevimli ve  gülümseten kullanımlar olabiliyor. Ama bunların iyi görünüp görünmediği konusunda şüphelerim var.

Siz de bir bakın istedim.




21 Ağustos 2011 Pazar

Aygül'den simitçi tepsisi


İş yerinde msn'im açık olduğu bir anda Aygül tepsi boyamayla ilgili birkaç tüyo istiyordu ama bu kadar çabuk yapacağını hiç düşünmemiştim doğrusu. Eeee herkes benim gibi ağır değil. :)Ama o kadar da tembel değilim canım. şuralarda bir yerlerde benim elimden çıkmış tepsiler olacaktı.
  Aşağıdaki yazıyı da onun bana gönderdiği gibi aktarıyorum, silmek veya değiştirmek istemedim. Resimler de ona               ait. Onun benimle paylaştığı gibi ben de burada paylaşmak istedim. 


Öpüyorum Aygül...


















Merhaba canım;
Tüyo için teşekkür ederim. Uzun zamandır beni bekleyen bu tepsi sehpanın boyama işlemini gerçekleştirdim. Tahtakalede dolaşırken böyle bir parçaya ihtiyaç duyarak almış(misafirlerim gelecekti ve de büyük boy tepsi ihtiyaç olacaktı, ama aynı zamanda başka bir işlevi de olmasını istediğim ve senin kullanımındaki avantajını bildiğim için bu seti tercih ettim ) ve kendim tasarlamak istemiştim. Kısa zamanım vardı ve onun için hayaller kurmuştum. Aslında onun için planladığım kırmızı fiğür tekniğiydi ve bunu çizerek yapmak istiyordum. Fakat bunu yapamadım ve de sade bir şekilde evdeki kullanım alanına girdi. Uzun zamandır onu bu şekilde bekletmem ve kafamıda boşaltmak için bir fırsat olduğunu düşünerek bir anda aradan çıkarmak ve eve geldiğimde bir değişiklik görmek için işe koyuldum. İlk gün istediğim resmi ayarlıyarak yapıştırmam ve renklerden istediğim tonları tutturmuş olmama rağmen ikinci gün vernik işlemi için başına geçtiğimde bir anlık dalgınlık ve kafamı ona kanalize etmememden kaynaklı verniği inceltmeden boca ettim. Bu tarz hatalara hiç olanak vermememe rağmen kafamda takılan şaçmalıkları hallederken biran önce ortadan kalkması için devam ettim ve de dalgalanma oldu. Ama bu durum üzerine devam ettim sonrasında tabi yoğunluk oldu ve koyu vernik rengiyle istediğim renk tonu başka bir renge donüştü ve dalgalanmalar oluştu. Aslında silebilirdim ve tekrar başlayabilirdim hiç yapmadığımı yaparak bu şekilde devam ettim. Koyu vernik ve dalgalanmaların üzerini tekrar iştediğim renge boyadım ve ince vernik tabakasını çektim. Böyle yapmamın sebebine gelince; her şey telafi edilebilir. İş hayatımda olsa asla böyle bir şeyi yapmam ve de kafamı ona vermediğim sürece işin başına oturamam, kafamdakini hallederek ya da öteleyerek  işimin başına otururum. İş haricinde de yaptıklarımda dikkatli olurum ama bu sefer boşverdim. Hayatımızda da bazen hatalar yapabiliriz ve onları düzeltmek için çaba sarfederiz. Hani çok sinirli olan çocukla babasının verdiği tavsiye hikayesi gibi. Her sinirlendiğinde bu tahtaya çivi çak çivi çakılacak yer kalmadığında da ve artık daha az sinirlendiği için babası çivileri  tek tek sökmesini ister çiviler sökülünce babası tahtayı gösterir  ders aldığını ve kendini iyi hissettiğini söyleyen çocuga babası tahtanın delik deşik halini göstererek  bunu her zaman hatırlamasını söyler.İşte bu yüzden devam ettim yaptığım hatayı daha sonra telafi etmiş olsamda dalgalanmaları biliyorum.Yakından bakınca görebiliyorum. Bakmasamda orada olduğunu her zaman bilicem. Çok güzel görünüyor olmasına rağmen.
Evet uzaktan bakıyorum bir değişiklik oldu evde; hatta kullanımıma girdi bile..
öpüyorum...
Not : süper bir fikrim var! kısa zaman sonra hayata geçireceğim. Yapımını çeker sana gönderirim.

14 Ağustos 2011 Pazar

Ben, Ev ve Börek



Evde, mutfaktayım. Fırında peynirli börek var.

Ben iyiyim, fena değilim. Terelelli yok yani üzerimde. Sakin gün...

Ev de iyi. Ona bakan, ortada her gördüğünü toplayan, bakımını yapan biri var. Evler de birer canlı sayılır nihayetinde. Hem bizimle yaşıyor hem de bizi yaşatıyor. 

Böreğe gelince... Şu an çektiği eziyet ağustos ayında cehennem ızdırabı. Ama biliyorum ki o da fırından çıkıp iki bıçak darbesi alınca rahatlayıp bizi de zevkten deliye döndürecek.

Şu an itibariyle böreğe tabiyiz.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Dua...





Tanrım...


Biliyorum...


Güzel olan herşeyi, genellikle en ummadığımız anda karşımıza çıkartıyorsun. 


Ama şunu bil...


Yine de sabırsızlıkla bekliyorum.


                                                               Zuhal

19 Haziran 2011 Pazar

fonksiyonel tabure


Dışı keçe kaplama, kitaplık, gazetelik, sehpa ve tabure gibi çeşitli kullanım alanına sahip özel tasarım tabure.

Kim mi yapmış?

işte burada...

salataya S.O.S



Aslında yazacak çok şey var. Nerden nasıl başlamalı, hangi cümleyi öne almalı bilmiyorum.

Şimdi ben, şu 33 yaşımda (kayıtlar öyle diyor benim tercihim değil) anne olmaya çalışıyorum. Kucağımda bir bebekle kendimi hayal edemiyorum aslında. Saçları dik dik duran, bebek ağlayınca kendisi de ağlayan bir deli anne olabilirim.  Büyük ihtimalle herşeyi büyük bir sırt çantasına doldurup gezmeye çalışan bir anne :)) Bilemiyorum belki de kendimden hiç ummadığım bir performans sergileyebilirim. Gerçekten bilemiyorum. Ama kesin çok ağlarım.

Aslında anne olmak için biraz da farklı bir çaba harcamam gerekmekte. Aşılama yapıldı geçen hafta mesela. Doktor eşimle aramıza girdi:)) Çünkü birkaç tane, çok şükür çok büyük olmayan, kolay halledilebilecek sorun var, onlardan buralarda bahsedip kötü enerji yaymayalım.Yine de sorun sorundur. Kendi sorunu insana büyük geliyor.

Doktor civanım, ''zaman değerli, sizi kendi halinize bırakmayalım, aşılama yapalım'' dedi. Çünkü bir süredir korunmadığımız halde hamile kalamıyordum. Bilmiyorum sonucu ne olacak.

Şimdi diyeceksiniz bu yaşa kadar aklın nerdeydi. Vallahi aklım yerindeydi. Ama bir çocuğum olsunda bir an önce bağrıma basayım diye düşünmedim. Yaş faktörünü  gündemime aldığım zamanlarda ise doktorum zaten beni aşılamaya teşvik etti. Daha önce çocuk doğurmadığıma pişman mıyım? Hayır değilim. Ben zaten nasıl bir duygu olduğunu hiç bilmiyorum ki. Ama her anne babanın yüzündeki, çocuktan kaynaklı mutluluklarına şahit oluyorum elbette. Öyleyse biz de yapmaya çalışıyoruz işte.:))

Hem her çiftin çocuğu olmalı mı? Yoksa bu da bir mahalle baskısı mı? Bunlar kafamın içinde dönüp duran sorular. Şu yazı boyunca soru işareti koyduğum her şey beynimin etrafında bire bin katarak dönüyor aslında bir hare şeklinde

Aslında o kadar çok etken var ki çocuk yapmayı geç düşünmeye başlamamızda. Hayata çok geç atılıyoruz mesela. Çok geç iş güç sahibi oluyoruz. Ben öyleyim en azından. Geç olgunlaşıyoruz, hemen büyüyemiyoruz ya da büyüdüğümüzü kabul etmek istemiyoruz.  ''Aman bir işim olsun'',''aman bulduğum işte biraz tutunayım'', ''aman patronum ne der'' cümleleri sizin hayatınızda yok mu?

Üstelik benim patronum bir kadın.

 Sağolsun yine de düşüncemi ve yapmak istediklerimi söyleyince beklediğim tepkiyi vermedi. Ona göre bizim çocuk isteğimiz ''salataya sos'' :)) Başka ne olacaktı ki, tabiki salataya sos. Ya da salataya S.O.S  :))

Altı yıllık evliliğimizi bir bebekle taçlandırma zamanı geldi. İki değil, üç olmak daha güzel olabilir.  Bir kız çocuğum olup, biraz nazlı olup eşimi çileden çıkarsın istiyorum mesela.:)) Çok şey mi istiyorum.:)) Ya da erkek de olabilir, babasıyla maç seyreder,  ben çileden çıkabilirim. Olabilir mi? Evet olabilir.:))

Ama eşimin ne kadar maç izlemesinden hoşlanmasam da tuttuğu takımın Galatasaray olmasını onaylamasam da ve o takıma tutkuyla bağlı olmasından hiç mi hiç haz etmesem de, bir çocuk doğurursam eğer babası gibi bazı şeylere tutkunluğu olsun istiyorum. Yanlış mı düşünüyorum?

Aslında hamile kalma fikrinden ziyade, işverenlerin tepkisi çok canımı sıktı geçen zamanlarda. Kendi kendime ama, ''dağ dağa küsmüş...'' hesabı. Ben neden çocuk sahibi olmaya karar verirken işsiz kalacağım ihtimali ilk aklıma gelen şey oluyor bu memlekette diye takıntı yaptım. Yapmakta haksız mıyım? Tamam işine davam edip doğum yapan var. Ama yapamayan da çok. Benim sonum da işsiz kalmak olacak büyük olasılıkla. Geri kalmış ülkemin, anne olmaya çalışan bir kadını 2. sınıf insan kabul etmesi çok aşağılayıcı. Bu konu kafamı herşeyden daha çok meşgul etti bir ara ama şimdi takmıyorum. Doğum yaptıktan sadece 2 ay sonra insanlar işe başlıyorlar ülkemizde. Gerekirse ben de yapar mıyım? Evet yaparım. Çünkü hayatta bir şeylerle uğraşmak, bir işe yaramak, bir yere ait hissetmek, para kazanmak, toplumdaki varlığını ispat etmek ve sağlıklı bir insan olmak için önemli. Kastettiğim sadece bir iş değil, hayatın anlamı, aidiyet duygusu değil mi? Bir yuvaya ait olmak, bir işe, bir eşe, bir vatana, bir topluluğa...Özgüveni pekiştiren bu değil mi?

 Ne demişler...

Herşeyin hayırlısı...

29 Mayıs 2011 Pazar

Bunları biliyor muydunuz?





-Fareler 800 metre boyunca yüzebilir ve 3 gün boyunca su da kalabilirler. 

(Bak seeeennn. Yine de huylanıyorum ben fareden.Buraya bile gerçek bir fare resmi araken huylandım da mickey mause resmi yükledim)








-Aspirin bir ağrı kesici değil romatizma ilacıdır.    

(Doğrudur)









-Fransa kralı 8. Charles'ın sol ayağında altı parmak vardı. 


(Bize ne. Sol ayağı hep nasır tutmuştur onun, sığmaz ayakkabıların içine. Adam kral gerçi, özel yapım ayakkabı giymiştir hep. Bişi olmaz  o lüksün için de. Gariban millet napsın)








Halley kuyruklu yıldızı ilk kez MÖ 240 yılında görülmüştür.

(Acaba hangi medeniyet görmüş ilk kez. Ben de arkeologum ama bundan haberim yok. Biraz bakınmak lazım kitap falan.)









Yazılı ilk hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur.


(Doğru)










Tavus kuşlarının metalik parlaklıkta bulunan tüylerinin değişik renklerde gözükmesi, özel tüy tellerinin ığığı bükerek yansıtmasından kaynaklanır.


(Hıımmmmm. Çok güzel bir görseli var tavus kuşunun gerçekten)

25 Mayıs 2011 Çarşamba

kırık kalpler kurabiyesi.

Aslında yapmaktan çok yemekten yanayımdır. Ama çalıştığım firma un ihracatı yapan bir firma ve dün akşam üretim müdürü elime 2 kg. unu tutuşturunca başka çarem yoktu.

Daha önce bu kurabiyelerin daha küçüğünden yapıp işe götürmüştüm. Bundan sebep yeni bir talep geldi. Ben de kıracak değilim. Dün akşam kolları sıvadım. Bari bu defa güzel bir jest olsun diye büyük boy kalpli  kalıp kullanıp minik poşetlere yerleştirdim.  Kurabiyeleri dağıttığımda yüzlerde oluşan gülücük güzeldi.

Aslında yapım aşamasında da tüm haftanın stresinden kurtulduğumu ve terapi gibi geldiğini itiraf etmeliyim.

Kendisini keyifle takip ettiğim ''şeker kurabiyeci'' kadar olmasa da mutfaktaki malzemeyle de fena şeyler çıkmıyor ortaya.

Tarif de vermek lazım değilmi adettendir. Kırık kalpler deyince çok değişik bir tarif sanılmasın. Herkesin bildiği kolay bir tarif ama eskiden beri  ''kırık kalplar kurabiyesi'' deriz ablamla. (uzun yılar sevgililerinden ayrı kalmış iki genç kız başka bir isim koyamazdı)  Bizdeki adı budur. Siz de adını değiştirin. İsterseniz kendi adınızı koyun, isterseniz o anki duygunuzun adını... Özelleştirin kurabiyenizi.

KIRIK KALPLER KURABİYESİ

1 paket margarin
4 yemek kaşığı pudra şekeri
Aldığı kadar un


Bu malzemenin içine zevkinize göre ceviz, fındık, tarçın, damla çikolata ya da kuru meyve ekleyebilirsiniz.  

Sade yapmışsanız eğer fırından çıkarır çıkarmaz pudra şekeri ve tarçın karışımını üzerine serpin.

Not:Nescafenin yanında çok güzel oluyor..




Veeee 'te son


19 Mayıs 2011 Perşembe

Kağıthane

''Buradaki hiçbir şeye ihtiyacınız yok ama gördüğünüzde hepsini birden almak isteyeceksiniz.''


Kağıthane'yi  dekorasyon dergileri karıştırıken fark ettim. Sonra baktım heryerde. Çoktan ünlü olmuş. Adından da anlaşılacağı gibi ana malzemeleri kağıt ve kağıttan ürünler tasarlanıyor. Bu tasarımlarda mutlaka bir nostalji ya da bir espri yakalayabiliyorsunuz.

Benim çok beğendiğim tasarımların bazılarını paylaşmak istedim.


Klasik çay tabağı desenli bardak alttığı, notluk ya da amerikan servisi, tamamen geri dönüşüm eseri olan eskiz defteri,  'isim, şehir, hayvan' ve 'adam asmaca' oyunlarının hazır yaprak sayfaları...

Şunu söylemeliyim ki rakı ve soğuk su için tasarlanan bardak altlığı benim favorim. Böyle bir güzellik yok.

'Bakkal defteri' de benim çocukluğuma, ilkokul yıllarıma götürdü görür görmez. İlkokul hocam, defter kenarındaki  kırışıklıklar için bakkal defteri benzetmesi yapardı. ''Görmeyeceğim öyle bakkal defteri gibi ataş takın defterlerininzin kenarına.'' Evde ataş yoksa eğer, çoktur annemin akşamları defterimin kenarını mandalladığı ahşap çamaşır mandalıyla. Ahşap  mandal, hem çok nostaljiktir bu yüzden, hem de birçok hobi uğraşına yatkın bir malzeme olduğundan özeldir benim için. Bir ara ahşap mandalları boyar bir yüzüne mıknatısı yapıştırıp buzdolabı için notluk yapardık. Sonraları çok ucuzuna hazırını bulunca bıraktık boyamayı. Şimdi 1 TL'ye bir paket boyanmış, süslenmiş cici ahşap mandal satılıyor. Bakkal defterinden çamaşır mandalına nasıl geldim? Anılar işte...

Şu  esprili güzelliklere  bir bakın.

Sitesini de buradan takip edebilirsiniz.












16 Mayıs 2011 Pazartesi

Evimize hırsız girdi.

Evet salı günü biz iş yerlerimizde başkaları için çalışırken başkaları da gelip bizim evde çalışmış. Önce bir güzel levye ile kapıyı açıp yatak odamıza girmişler ve tuvalet aynam başta olmak üzere her yeri aramışlar.

Bir yabancının eşyalarına dokunduğunu bilmek birşeyler çalmış olduğunu bilmekten daha kötü bir duygu. Neyseki çalınan tek şey fotoğraf makinem olmuş gibi. Gibi diyorum çünkü emin olamıyorum. Belki sonradan arayıpta bulamadığım birşey olursa diyeceğimki; ''evet çalınmış''.

Üstelik sadece bizim daire değil bizim kattaki iki daireye girmiş, diğerine de girmeye çalışmış, kapıda zorlama izleri var.

Olay şöyle gelişti;

Önce eşim eve gelmişti. Ve evde bir dağınıklık farkedince hemen beni aradı buraları sabah çıkarken sen mi dağıttın diye. Yok mok derken eve geldim ben de bir gezdim şöyle. Çalınmasından korktuklarım yerli yerinde, birşey çalınmamış gibi. (Henüz fotoğraf makinesinin gittiğinin farkında değiliz) Hatta dedikki ''birşey alınmadığına göre bu hırsız hala evde olmasın, biz çıkalım polisi arayalım hemen'' Öyle de yaptık. Yaklaşık 5-10 dakika sonra ekip arabasından 3 polis indi.

-Siz misiniz arayan?

- Evet biziz. Buyrun çıkalım.

Neler dağılmış?. kapı nasıl açılmış?, neler çalınmış?, şikayetçi misiniz? vs. gibi sorular.

- E tabi şikayetçi olalım birşeyimiz çalınmasa da evimize tecavüz edildi yani, tepkisiz mi kalalım

-İyi o zaman biz gidelim birazdan olay yeri inceleme gelecek.

-Güle güle, teşekkürler.

5 dk sonra, yine 3 polis memuru(sivil)

-evden kaçta çıktınız, eve kaçta geldiniz, birşey çalındı mı? vs.

Birkaç da fotoğraf çektiler. Birinde ben ellerimi açmış gösterir halde poz veriyorum. Artistik yani. O fotoğraf makinesinin flaşı patladığı anda o yöne doğru yürüyordum, tesadüfen kadraja girdim. Amerikan filmlerinde, cinayetin ardından olay yerine gelip fotoğraf çeken, kahve tonlarında takım elbise ve yine aynı tonlarda  fötr şapka takan dedektif geldi gözümün önüne o anda.

-Birazdan parmak izi için ekip gelecek.

Gittiler.

5-10 dk sonra

3 polis memuru daha parmak izi almaya geldi.

İlk soru;

 -Birşey çalındı mı?

Ne çok sordular bu soruyu. Birşey çalınmadıysa problem yok sanırım.:))

Tuvalet aynasının üstündeki kutular parmak izi vermezmiş ama yine de baktılar, kutularım simsiyah tozlandığıyla kaldı.

Gittiler.

Bu arada saat 22:00 oldu. Engin karakola şikayetçi olmaya gitmişti.

Bir süre sonra bizim katın koridorundan polis telsizi gelmeye başladı, Dedim 'herhalde benim koca polislerle geri geldi, sevmediğimiz komşulardan şikayetçi mi oldu ne deli' derken merakımdam kapıyı açtım. Bir baktım bize gelen polisler. 

-Bak bir tek sizin eve girmemişler buraya da girmişler'. '

Ay çok rahatladım(!!!)' dedim içimden. Komşular da korkunç yani. Bizim evde bir tantanadır gidiyor, polisler girip çıkıyor, kapı ardına kadar açık 'ay bize de hırsız girmiş' demiyorlar. Bu nasıl bir zihniyet, biz girmedik ya evinize!

Neyse... Hırsızdan aldığımız derslere gelelim

1-Birşey çalınmadıysa ya da çalınmadı sanılıyorsa devletin polisi meşgul edilmekten çok haz almıyor. Evinize yabancı biri girmiş, her yeri kurcalamış çok da tııınnnn!  ''abla neler var bu ne ki'' durumu.
2-Hırsız dediğin çok da akıllı değil, ne kadar kutu, kutucuk,kesecik varsa içlerini aramış. Değerli eşyalarımızı kuytu köşelerde bu şekilde saklamıyoruz. Benim gibi her türlü kutuyu, keseyi de saklamamaya özen gösterin,daha çok dağınıklığa sebebiyet veriyor, içinde birşey var sanıyor :)) Ne kadar çul çaput varsa eve soktuğumu düşünmüştür hırsız. Haksız da sayılmaz.
3- Apartman sakinlerine; olur olmaz herkese, her zili çalana aprtamn kapısını açmıyoruz. Diafon takılmış her daireye 'kim o' diye bir sesleniş çok zor değil.
4- Apartmanda değişik bir hareketlilik varsa lütfen birazcık merak edip ilgileniyoruz. Zira apartmanın önüne biri kamyon çekip evi boşaltsa hiç kimse ne oluyor burda demez . Ben de demem. Hiç tanışamadığım komşularımdan biri taşınıyor diye düşünürüm.
5-En önemlisi kapının her kilidini kullanıyoruz. Üstten alttan ne kadar kilit varsa. Biz yukardan kilitlemiyorduk bir süredir kapı zor açılıyor diye.
6- Aslında hırsızlar için kapıya elektrik bile verebiliriz. Biz evde çıkınca devreye giren bir sistem.Yapışıp kalsın açmaya çalıştığı kapıya.
7- Komşularla samimi oluyoruz.sabahları asansörde karşılaşınca 'günaydın' ya da akşam eve girişte karşılaşınca 'iyi akşamlar' demekten öteye gitmeliyiz. Komşuluk kavramı pek gelişkin değil günümüzde malum. Kimseyi hatalı buluyor değilim ben de yabancıyım komşularıma. Halbuki insanın insana her zaman ihtiyacı var. Bunu unutmamalı.

Sonuç olarak

Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar.

1 Mayıs 2011 Pazar

Bekar kızlar üzgünüm, Prens William da evlendi. - 1 mayıs - güzel pazar vs. vs. vs.


Neyseki ben Wiiliam'dan önce evlendim :))

Evlendi evlendi de bizi niye bu kadar ilgilendirdi  anlamadım. Kendime bile şaştım, işte olduğum halde düğünü takip ettim.

Gelinliği nasılmış, makyajı nasılmış, duvak uzunmuş, gelin de güzelmiş... Çirkin olsa yanmıştı zaten. Dünyanın dilinde ''ingilizlerin gelini de pek nemrut çıktı canım'' cümlesi gezer dururdu. Aslında çirkin de olsa nemrut olmazdı sanırım. Nemrutluk bize, daha doğulu kültüre ait bir yüz mimiği sanki. Elin Avrupalısı, Amerikalısı bizim gibi surat asarak, gözlerini belerterek laf anlatmıyor malum.

Biz bir bakışımızla insanı yerinden hoplatırız, evelallaaaahhh:))

İfade güçlüğü çektiğimizden olsa gerek.

Acaba bahis oynayanlar iyi para kazandı mı?

William Kate'i neresinden öpecek?,

Kraliçe mavi elbise mi giyecek?,

''Hocaaa oynama maviye, yatar o yatar.

'' Sarı giydi kraliçe nabeeeerrrr:...''

***

Bugün pazar, 1 mayıs işçi bayramı bugün. Kutlamak isterim burdan es geçmek istemem, emek vererek çalışan, günde 11 saat çalışan biri olarak.

***

3 kız bideyiz. yeni planlar yapıyoruz, hayaller kuruyoruz, az önce bonibon yedik. Kahvemizi içtik. Tüm bunlardan önce sahilde çok güzel bir kahvaltı yaptık. eve sokağın sesi giriyor. Ve güneş...Bugün için yeterli...Hayattan çok şey beklememek lazım  :))

23 Nisan 2011 Cumartesi

Paşabahçe mozaik koleksiyonu


 Paşabahçe mağazalarının sitesini incelerken gördüğüm  ''Mozaik koleksiyonu''nu paylaşmak istiyorum. 

Türkiyenin çeşitli  yerlerinde bulunan mozaik eserlerin desenlerini cam üzerinde çalışarak çok şık bir koleksiyon hazırlamışlar.


 Ayasofya`nın güney galerisi içinde yer alan "Deesis" sahnesindeki Meryem Ana



Antakya`da bulunan ve Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi`nde sergilenmekte olan "Medusa Başı Taban Mozaiği"


                 Ayasofya`nın güney galerisi içinde yer alan "Deesis" sahnesindeki Meryem Ana



 Antakya`da bulunmuş ve Antakya Arkeoloji Müzesi`nde sergilenmekte olan M.S. 5.yy`a tarihlenen taban mozaiği.



 Zeugma antik kentinde bulunmuş olan Çingene kız/Gaia mozaiği

Zeugma antik kentinde bulunan M.S. 2.yy sonu 3.yy başına tarihlenen spiral ve geometrik motifli bir taban mozaiği



 Çevlik`te bulunan ve Antakya Arkeoloji Müzesi`nde sergilenmekte olan M.S.2.yy`a tarihlenen "Terkedilmiş Ariadne Mozaiği"ndeki geometrik şemalı bordür motifleri.


Ayrıntılı bilgi için buraya...

Benim 23 Nisan'ım

İçinde bir çocuk yüreği taşıyan herkesin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun...

Benim 23 Nisanlarım çocukluğum boyunca şöyle geçti;

23 nisanlarda hep bir etkinlikte olurdum.Gece eve, Zonguldak'ın meşhur bitmek tükenmek bilmeyen merdivenlerine dayanamayarak, babamın kucağında, yorgunluktan baygın düşmüş halde girerdim. Küçük bir kız çocuğu işte...

Ama çok severdim o yorgunluğu, çok keyif alırdım 23 nisandan. İlkokul hayatım boyunca Zonguldak halk oyunları ekibindeydim okulda. Şıkır şıkır bir oyun,sadece bayanlar oynar. Biraz oynak sayılırım hala, bundan ileri gelir. :))

23 Nisan günü sabah saatlerinde evden çıkar, provalar,okul da toplanmalar, gez,toz falan... En son akşam, kapalı spor salonunda tüm okullar hünerlerini sergilerdi. Ondan sonrası zaten yorgunluktan baygın düştüğüm aşama.

Aslında çocuk duruşunda, böyle oyunlar acemi bir güzellikle duruyor. O zamanlar insan kendini profesyonel sanıyor o ayrı :))

Çocukken 23 nisanlarda hep özel hissettim. Sadece kendimi değil bütün çocukları, Bize bir bayram hediye edilmiş olmasını her zaman büyüleyici buldum. Hala da öyle hissediyorum. İşte bu yüzden hala heyecanla karşılıyorum 23 nisanı herhangi bir kutlamam olmasa bile.

Bir çocuğum olursa şayet, geri kalan hevesimi de onunla beraber almayı umuyorum 23 nisandan. Doğur, büyüt, 23 nisanı anlar yaşa getir, provalar, gösteriler, kostümler, balonlar... Daha çok yolum var.  :))

Büyüdükçe bu tatlı yorgunluklar azaldı,azaldı,azaldı ve nerdeyse bitti. Şimdi 30' lu yaşlarımda tatlı yorgunlukların hayatımızda daha çok olması gerektiğine inanıyor ve bunun için çabalıyor olsam da ol-mu-yor. Bu defa önümüzde bir sürü engel...Üzerimizde sadece acı bir yorgunluk...Günlük sıkıntılardan derbeder oluşlar...

İçimizdeki çocuğu yaşatmak o kadar zor ki... Bir defa büyüyünce, içindeki çocuğu araki bulasın. Yatağın altına saklanmış da inadından çıkmıyor gibi.

Elinden balonu alınmış da küsüp gitmiş gibi.

''Nasıl ikna edebilirim onu acaba''...

Ama hiç büyütmemiş olsak öyle mi? Bir çikolataya kanar belki.

Ben yine kanarım o ayrı :))

***
Bu yazıyı yine de eleştirel bitireceğim; 23 Nisan için birçoğumuzun yapacağı şey facebook'taki profil resmimizi değiştirmek, sonra da gün içinde 2-3 tane müzikli gönderi yapmak olacak. Sadece yarın değil her önemli günü bu şekilde kutluyoruz artık. Ama ben sokakta kutlamak istiyorum her özel günü. Kalabalıkların arasında. Şimdi sıkıyorsa çocuğunuzu kalabalıkların arasına sokun da görelim. Ama biz çocukken annemiz babamız her dakika peşimizde değildi. Okula bırakıp okuldan almazdı. Şimdi de eviyle aynı sokaktaki okula gidiyor çocuklar ama ebeveynleri okulun önüne kamp kuruyor. Bunu yapmakta, endişelenmekte haklılar mutlaka. Sokaklar artık güvenli değil.

Annem de beni çocukuluğum boyunca uyararak büyüttü küçük bir kentte yaşadığımız halde. Dışarıda kimseye kanmamam gerektiğini hep vurguladı hep hatırlattı çalışan ve her zaman yanımda olamayan bir anne olarak.Bu uyarılar gözümü açtımı bilmiyorum. Hala safım biraz. Ama en güzel alışkanlığım çocukluğum boyunca, herşeyi paylaşmak oldu annemle. Ne olursa olsun hep yanımda olduğunu bildim. Okuldan bile kaçsam söyledim,''bütün arkadaşlarım kaçtı ben de kaçtım'' dedim. Hiçbir zaman da sert bir tepki almadım. Bence annemin yaptığı doğruydu. Hiçbir baskı beni yanlış bir yola itmedi, ne çocukken ne de büyürken Doğru insan mıyım. Hayır, elbette değilim. Ama şimdiki çocuklar gibi de değilim. Annem ya da babam beni oyalanayım biraz diye bilgisayardan oyun açmadılar çünkü. Sokakta çizgi oynadım. Etüt merkezlerine ödev yapmaya gönderilmedim. Bu yüzden şimdiki çocukların yanında  saf kalıyorum. Yaşamdaki yarışa hazırlıklı büyüdükleri için. Bizim dünyadan haberimiz yoktu. Sadece çocuktuk

Ben aslında hala sokakta vakit geçirmeyi severim. Facebook'ta 300 kişiyle gönderi paylaşmaktansa  iki arkadaşmla güneşli bir havada kahkahalar atarak, bağıra bağıra konuşarak, gerçek kahve içerek (facebook'ta resim yolluyoruz hani birbirimize ve içimiş kadar oluyoruz:)))) birşeyler yapmayı severim. Her yaptığımı da herkes bilmesin isterim. Tweet ile hayat mı geçer? ''Gel ben burdayım takıl bana'' yazsan kimse gelmez. ''e tamam netten payşlaşıyoruz ya, beni kaldırma şimdi pc başından 3 dakikalık şey için, iki resim at görelim''...

***

Ne biçim bir bayram kutlama yazısı oldu. Nerden nereye nasıl geldim ben de anlamadım. Düşündükçe yazdım.Sonuna kadar tahammül eden olursa bilmek isterim.

Mutlu bayramlar.

Eleştirdiğim herşeyi ben de yapıyorum. Hatta bu yazıyı yazarken yapmış oldum.

Facebook'taki profil resmimi çoktan değiştirdim. 

22 Nisan 2011 Cuma

kaçi boynuzu tozu,pekmezi...faydaları...


















Benim gibi demir eksikliği çekenler bilir ki keçi boynuzu pekmezi de tozu da kansızlığa çok iyi gelir. Bunları ve aşağıda yazacaklarımı öğrenmeden önce yani çocukluğumda hatırladığım keçi boynuzu, çok büyük bir ağaçta yetişen,herkesin koparıp zevkle yediği benimse ''kabuklu birşey bu.. neden yiyelimki'' diye düşünerek ürkekçe uzaktan baktığım meyveydi.(meyvemiydi? meyve midir? herhalde meyvedir.)

Yetişkin bir kadın olduktan sonra (yetişkin derken kendimi öyle hissettiğimden değil artık öyle anılıyor olmaktan, ben 77 doğumluyum yoksa  :))) kadın halleri malum, demir düşüyor. İşte bendeki (kronik) demir eksikliği, kansızlık durumları araştırmaya itiyor insanı, ''hapı  yutmak''la olmuyor her zaman. Yaşamı da vücuttaki eksiklere göre düzenleyip, beslenme alışkanlıklarını değiştirmek gerekebiliyor.

Konuya giremiyorum gevezelikten...Çok da uzuzn uzadıya anlatmayacağım zaten aklıma gelmişken bir iki birşey sadece...

Mesela  Ege'nin annesi, benim de arkadaşım Fatma, sütün içine keçi boynuzu tozu koyuyor kakao yerine. Geçen akşam bize de yapt,keyifle içtik, öneririm. Kakaolu karışımlardan daha güzel, daha yararlı.

Aynı toz kakao kullanmak istediğiniz her yerde kullanılabiliyor; kurabiye, pasta gibi.



                                  keçi boynuzunun ağaçta olgunlaşmamaış hali

Bir de keçi boynuzu pekmezi var tabi. Onunla ilgili de netten bulduğum bazı kısa faydalar şöyle;

1. Kalsiyum bakımından çok zengindir (sütün 3 katı)

2. İçindeki E vitamini sayesinde; öksürüğe, gribe, kemik erimesine ve kansızlığa iyi gelir

3. Balgam söktürür,göğsü yumuşatır,bronşları açar, sigara tiryakileri için faydalıdır ve nefes darlığına oldukça etkilidir.(Alerjik nefes darlığı çekenlere ısrarla keçiboynuzu pekmezi tavsiye edilir.)

4. Yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına ve gastrite etkilidir. Mide ve bağırsak gazlarını dışarı atarak mide şişkinliğini giderir Bağırsak kurdu, tenya, solucan gibi bağırsak parazitlerini temizler. Mideye kuvvet verir.

5. Yüksek mineral ve vitamin içeriği ile de diş ve diş etleri üzerinde çok olumlu etkileri vardır.

6. Yüksek doğal şekerler , zengin mineraller (özellikle çinko) ve vitaminler (A , B , B2, B3, D) içeriği dolayısıyla doğal güç ve besin kaynağıdır.

7. Yüksek sodyum ve potasyum içeriği sayesinde tansiyon, karaciğer ve akciğer üzerine çok yararlı etkileri bulunmaktadır. Kanın zehirli maddelerini temizler.

8. İnsanlığın korkulu rüyası akciğer kanserini %90 oranında önleme gücüne sahiptir.

9. Kalbe faydalıdır, kalp çarpıntısını önler

10. İnsan vücuduna giren radyasyonu dışarı atar.

11. Dogal bir dopingdir

Ayrıntılı bilgi için İbrahim Saraçoğlu'ndan yararlanabilirsiniz.

keçi boynuzu ağacı-gölgesi çok büyük güzel bir ağaç

29 Mart 2011 Salı

Travesti sesim...


Tercih sebebidir der yaşamları çok yargılamam, arada bir atıp tutsam da. Büyük ölçüde saygılıyım yani. Ama ses dediğin öyle mi?  Ya kadın sesi olacak ya erkek sesi.

Pazar gününden bu yana garip bir grip geçiriyorum. Ağzım, yüzüm, gözüm, heryerim bir tuhaf, beynim ince ince akıyor hissediyorum. Pazar günü son çare olarak annem gibi başıma çaput bağlamış ağlıyordum. Eşim beni acile götürürken sesimi bile çıkaramadım ki aslında doktorları sevmem onalara pek güvenmem.
Hatta acilde sıra beklerden korkudan birkaç dakikalığına kendimi çok iyi hissedip çıkmak istedim ama eşim kolumdan kaçarım diye sürekli tutuyordu. Napıyım korkuyorum; steteskoptan, beyaz gömlekten, ağzıma sokulmaya çalışılan çubuktan, dilimi Jimm Carrey'nin bile çeşitli animasyon destekleriyle yapabildiği kadar dışarı çıkarmamı istemelerinden.  Daha bu korku listesi uzar da şimdi acelem var az içimi boşaltayım diye yazıyorum.



Aslında konuya sesten girmiştik. Sesim iki gündür travesti gibi çıkıyor. Evet onların sesi böyle işte, kadın edasıyla erkek tonunun karışımı birşey. 

Ramiz dayının ses tonuna benziyordu sabah şimdi biraz yumuşadı. Eşime sabah söylediğim ilk şey ''kalk yiğen, daha işe gidilecek''oldu. Ama ben bugün işe gitmedim. Çünkü dün kime ''alo'' desem yanlış yeri aradığını zannediyordu. Çünkü benim gribim ses tellerimle resmen dalga geçiyor. Zaten bülbül gibi sesim yoktur, öyle narin, çıtkırıldım çıkmaz. Normal , harbi bir insan tonuyla konuşurum, pek kırıtmam. Ama dünden bu yana ben bu değilim yani. İçimde başka biri mi var anlamadım. Sesim göğsümden yukarı öyle bir çıkıyor ki hem beni yoruyor hem de karşımdakini korkutuyor. Ben de konuşamayınca yazıya vurdum kendimi.

Dünden de sesim biraz fena olduğu için patronum sürekli sesimin ona lazım olduğunu söylüyordu. Zannedersin ki sesimle para kazanıyorum, delimi ne?Sanki Maksim'de sahne alacağım akşam. Bırak beni be kadın, ölüyorum ben hastalıktan ''izinlisin bugün git dinlen ''diyeceğine... ne sesi. Önceden kanarya seslimiydim sanki canım. Allah Allaaaahhh. Bir de asab bozuyor. Neyseki bugün dinlendim iyice ama ses aynı ben de 2 ton aşağı düştü sadece. Yarın hagi notadan konuşurum bilemiyorum.  Ramiz dayı gider de Şebnem Ferah gelir mi? Sanmam. Şebnem Ferah'ın yellenmesinin  sesi benimkinden ince olur. :))

13 Mart 2011 Pazar

Güneşli Pazar


Çıkıyorum ben...

Bu güneşli havada evde duramam;biraz yürür, biraz gezerim...

Muhtemelen biraz da yer, içerim...

Herkese de bunu tavsiye ederim...

Baaaayyyy...

Sizi bazı Mersin manzaralarıyla başbaşa bırakıyorum...